5 Aralık 2018 Çarşamba

Kutuplaşma siyaseti

Son yıllarda yapılan araştırmalar Türkiye’de toplumsal kutuplaşmanın gün geçtikçe derinleştiğini gösteriyor. Özellikle siyasal alandan başlayan tartışmalar bugün aileleri bile sonu gelmez tartışmaların içine çekmiş durumda. Siyasi görüş farklılıkları önü alınamayan sosyal mesafelere dönüşüyor. Adeta toplumun bir yarısı diğer yarısına düşman hale gelmiş durumda. Farklı fikirlerin ve ideolojilerin, siyasal düşünce ayrılıklarının olması gayet normal fakat konu eğer ülkeyi ikiye bölen bir noktaya geldiyse, birileri kutuplaşmayı adeta bir oy toplama ve kitle muhafaza etme silahına dönüştürdüyse bu durum asla kabul edilemez. Maalesef ülkemizde yaşanan durum tam da tarif ettiğimiz şekildedir.
Bu hazin tablo karşısında elbette siyasiler başta olmak üzere her yurt vatandaşının kutuplaşmanın kaldırılması adına elinden geleni yapması gerekir. Hal böyle iken karşımıza iki görüş çıkmış oluyor. Kutuplaşmayı engellemeye çalışanlar ve kutuplaşmadan çıkar sağlamaya çalışanlar. Kutuplaşma, yani düşman üretme, ürettiğiniz düşmana suç isnat etme, karalama, çürümüş bir zihniyetin ürünüdür. Ülke geleceği için değil kendi şahsi çıkarları için çalışanların temel çalışma ve çatışma prensibidir. Temeli ise İngiliz eski başkanlarından Margaret Thatcher’ın 1990 yılında İskoçya’da yapılan toplantıda “Sovyetler Birliği yıkılmıştır, karşımızda düşman kalmamıştır ama düşmansız bir ideoloji yaşayamaz. Yeni bir düşman bulmamız lazım. Düşman aramaya gerek yok, yeni düşmanımız İslâm’dır” sözlerine dayanmaktadır. Ayrıca politikada, amaca ulaşmak için ahlak dışı da olsa her türlü hareketi makul gören Makyavelizm de kutuplaşma siyasetinin diğer çıkış noktasıdır.
Batıl zihniyetin hükmü altına giren her siyasal düşünce kutuplaşmayı ana besin kaynağı olarak benimser. Ahlâk dışılığın önemsenmemesi siyasal alanda mutlak sonuç elde etme ile birleştiğinde ortak iyi devre dışı kalmış olur. Bu durum İslâm inancından fikirsel olarak kopmanın, reel politiğe teslim olmanın getirdiği hazin sonucun ifadesidir. Hâlbuki bizim inancımızda asıl olan hak ve adalet üzere siyaset yapmak, kendi menfaatimize olmasa dahi Hakk’ı tutup kaldırmaktır. Tali konularda oluşan fikir ayrılıklarını bir tarafa bırakarak ortak noktalar ön plana çıkarılmalı ve toplumun genelinin faydasına olacak yönde siyaset yapılmalıdır. İmamı Şafi’nin talebesi Yunus ile olan şu diyaloğu bu konu ile alakalı olarak tam bir ibret vesikasıdır. İmamı Şafi bir konuda talebesi Yunus ile ihtilafa düşer. Talebesi öfkelenir ve dersi terk ederek evine gider. Akşam olduğunda Yunus’un kapısı çalınır. Yunus kapıyı açtığında hocası İmamı Şafi’yi görür. İmamı Şafi talebesi Yunus’a şunları söyler, “Ey Yunus, bizi birleştiren yüzlerce mesele dururken bir mesele mi bizi ayıracak? Ey Yunus, yaptığın ve üzerinden geçtiğin köprüleri yıkma. Bir gün o köprüden geri dönmen gerekebilir. Ey Yunus, hatadan nefret et ama hataya düşenden nefret etme. Ey Yunus, bütün kalbinle günaha öfkelen ama günahkâra acı, ona merhamet göster. Ey Yunus, sözü eleştir ama sözü söyleyene saygı göster. Ey Yunus, görevimiz hastalığı tedavi etmektir, hastayı yok etmek değil.”
Son olarak şu da çok iyi bilinmelidir ki, bizim inancımız tebliği esas alır. Düşman üretmeyi değil düşmanlığı ortadan kaldırmayı, inancımızın emirleri doğrultusunda örnek bir hayat sürerek bizi öldürmeye gelenlerin bizde hayat bulmasını hedefler. Sadece bizden farklı düşünen vatandaşlarımızın değil ayrı inanışlardaki toplumların da haklarının gözetildiği bir barış toplumu inşa etmeyi merkeze alır. Bunun dışında yürütülen kutuplaşma siyaseti zaman içerisinde telafisi mümkün olmayan hatalar zincirinin halkalarını oluşturmaktan başka 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder