29 Aralık 2018 Cumartesi

KUR'ANDA İŞÇİ HAKLARI

İslam helal ve meşru yollardan çalışıp kazanmaya büyük önem vermiş,  emeği ve ücreti kutsal bir hak olarak kabul etmiştir.
"Gündüzü geçim vakti kıldık."[1]
"Sonra Cuma namazı kılınınca yeryüzüne dağılın da, Allah'ın fazlından rızık arayın."[2]
"Hac mevsiminde bile Rabbinizin fazlından kazanç istemenizde bir günah yoktur."[3] gibi ayetler ve "Allah başkalarına yük ve muhtaç olmaktan kurtulmak için bir iş tutup çalışan kulunu sever. İlim ve ibadeti, bedavadan geçinme mesleği edinenlere ise buğz eder."[4]


[1]  Nebe: 11
[2]  Cuma: 10
[3]  Bakara: 198
[4]  İhyau Ulûm

"Aile efradının nafakasını, helalinden kazanmak için çalışıp çırpınan kimse, Allah yolunda cihad eden kimse gibidir."
"Geçimini helalinden temin etmek için (herhangi bir iş, meslek ve sanatta) yorgun ve bitkin akşamlayan kimse, günahları bağışlanmış olarak geceler ve Allah kendisinden razı olduğu halde sabahlar"[1] mealindeki hadisler, iman ettikten sonra namaz, oruç, zekât ve tebliğat gibi farz ibadetleri yapan ve haramlardan sakınan bir Müslüman'ın ziraat, ticaret, zanaat ve memuriyet gibi bir işte çalışmasının kendisine şeref, izzet ve ibadet sevabı kazandıracağını ifade ve teşvik etmişlerdir. Tembellik, beleşçilik,  dilencilik,  başkasının sırtından geçinmek ise şiddetle yasaklanmış ve yerilmiştir.
Genel olarak dünyevi ve uhrevi, bedeni ve zihni, yararlı ve zararlı bütün faaliyet ve hareketleri ifade eden, özel anlamda ise "çalışma ve iş yapma" karşılığı olarak kullanılan "amel" kelimesi, Kur'an'da 359 yerde geçmektedir. 
Her ne kadar Kur'an-ı Kerim'de geçen "amel"  "fiil", "sanaat" gibi kelimeler insanı, bütün düşünce ve davranışlarını ve bunların sebep ve sonuçlarını açıklayıp değerlendiren, genel ve geniş kavramlar ise de, bu ifadelerden "çalışma hayatımızda uyulması ve uygulanması gereken kanun ve kuralları çıkarmamız" da mümkündür. Zira Kur'an'ın bir özelliği de, koyduğu ilke ve prensiplerin bütün zaman ve mekânları kuşatacak şekilde çok geniş kapsamlı olması ve "genel hükümler" koyması yanında "özel durumları" da çözüme kavuşturacak nitelikler taşımasıdır.
Birçok ayeti kerimede, çalışmanın ve hizmetin karşılıksız kalmayacağı belirtilmiş, emek ve ücret müstakil ve mukaddes bir değer olarak tanınmıştır. 
"İnanıp, yararlı iş yapanlara Allah ücretlerini (eksiksiz) verecektir. Allah haksızlık edenleri sevmez."[2]
"Kim yararlı iş yaparsa kendi menfaatine, kim de kötülük (ve tembellik) yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullarına karşı zulm edici değildir."[3] gibi ayetler herkese ve her kesime, gördüğü hizmet karşılığında; hak ettiği ücretin verilmesi gerektiği, yoksa zulm edilmiş olacağı vurgulanmaktadır. 
"Sizden erkek olsun, kadın olsun hiçbir çalışanın emeğini zayi etmem."[4] ve  "İnsan için kendi çalışıp  (kazandığından) başkası yoktur."[5] ve "Herkesin yaptığı işe göre dereceleri vardır. Onlara yaptıklarının karşılığı verilir ve asla haksızlık edilmez."[6] Mealindeki ayeti kerimeler de, sarf edilecek emek ve görülecek hizmetle, verilecek ücret arasında adil bir dengenin kurulmasını öngörürken, çalışmadan ve hak etmeden alınacak derece,  makam ve ücretin de, haram ve haksızlık olacağı ifade edilmektedir. 
Dilimizde kullandığımız ücret karşılığı olan "ecr" kelimesi, Kur'an'da 103 yerde geçmektedir. Genelde bu kelime, uhrevi sevap ve mükafat anlamında kullanılmakla beraber "Boşadığınız kadınlar, doğacak çocuklarınızı emzirecek olurlarsa, kendilerine emzirme ücretini verin..."[7] gibi bazı ayetlerde ise, bizzat bugünkü anlamı kastedilmiştir. 
Hatta ücretle işçi çalıştırmayı ifade eden "isticar" kelimesi bir münasebetle Hz. Şuayb'ın koyunlarını gütmesi için Hz. Musa'yı işçi tutması olayı anlatılırken kullanılmakta ve Hz. Şuayb'ın kızlarının dili ile "Babacığım onu ücretli olarak tut. Ücretle tutulacakların en iyisi ise bu güçlü kuvvetli ve güvenilir adamdır."[8] Buyrularak, böylece ücretli olarak çalıştırılacak işçi ve personelin, hem o işi yapabilecek kuvvet, kabiliyet ve ehliyette bulunması,  hem de ahlaken dürüst, emniyetli ve iyi niyetli olması gereğine işaret edilmiştir. Kur'an işçi ile işveren, emek ile sermaye arasındaki ilişkiyi de dengelemiş, her iki tarafın hak ve sorumluluklarını adil esaslara bağlamıştır. 
"Rabbinin rahmetini (ve kullarının rızkını) o zenginler mi bölüştürüyorlar? (ki kendilerini işçi ve ücretlilerden üstün görüyorlar). Hâlbuki dünya hayatında insanların geçimlerini ve kazanç biçimlerini biz taksim ve takdir ettik ve birbirlerini işçi tutup çalıştırabilsin ve (böylece nizam-ı âlem korunabilsin) diye, kimini kimine (servet, kuvvet ve kabiliyet yönünden) derece derece üstün kıldık. (Eğer bilseler) Rabbinin rahmet ve mükâfatı (o servet ve sermaye sahiplerinin işçi ve hizmetlerinin hakkını keserek) biriktirdikleri şeylerden çok daha hayırlıdır."[9] Mealindeki ayeti kerime, her sınıf insana ayrı bir mesaj vermekte, zenginlere ve sermaye çevrelerine şımarmamalarını, haddi aşmamalarını, fakirin ve işçinin hakkını ketmederek yığılan servette hayır bulunmadığını öğütlerken fakire ve işçiye de sabır ve sebat göstermesini ve hakkından fazlasına göz dikmemesini tavsiye etmektedir.
"Müslüman (her ne suretle olursa olsun) başkalarına zarar vermeye tevessül etmediği gibi, kendi de zarar görmeye tahammül etmeyendir."[10]
"İnsanların eşyalarını ve haklarını eksek vermeyin."[11]
"Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa da uğramamış olursunuz"[12] gibi ayet ve hadisler, işçiye  ve emekçiye  haklarını arama ve koruma  yollarını da göstermektedir.
"Eliniz ve emriniz altında bulunan (köleler, işçiler, çıraklar,  memurlar ve hizmetçiler) hakkında Allah'tan korkun. Onlara yedirdiklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin. Onlara güçlerinin üstünde iş yüklemeyin. Onlara hakaret ve haksızlık etmeyin. Allah'ın mahlûkuna merhamet edin.
Zira Allah onları sizin emrinize vermiştir. Eğer dileseydi sizleri onların eline verebilirdi."[13] gibi ayet ve hadisleri esas alan İslam hukuku,  işçi, memur  ve ücretlilerin ekonomik, sosyal ve siyasal  haklarını garanti eden kurallar ve kurumlar oluşturmuştur. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: 
1-Yetkisi ve unvanı ne olursa olsun, hiç kimse işçi ve memuruna, onun insanlık onuruna dokunacak kelimelerle konuşmayacak,  hakaret ve haksızlık yapamayacaktır.
2-Devlet yetkilileri ve sermaye çevreleri memur ve işçisini kardeşleri bilecek, onlara insanca yaşama ve geçinme şartlarını hazırlayacak, o günkü normal standartlar ölçüsünde yiyecek, giyecek ve konut ihtiyacını karşılamak ve hastalık, sakatlık, yaşlılık ve emeklilik sigortalarını sağlamak suretiyle, toplumun çeşitli kesimleri arasında adil bir denge ve insancıl bir düzen kurulacaktır.
3-İşçi ve memurlar kendi hizmet ve meslek sahalarında eğitilecek ve herkesin kendi işini emniyet ve kolaylıkla yapabilmesi için, gerekli koşullar hazırlanacaktır.
4-"İşçinin ücretini alın teri kurumadan veriniz." Hadisinin emri uyarınca, emekçi ve üreticinin hakkını, enflasyonun etkisinden korumak için, ödemede değer kaybı, hesaba katılacaktır.
5-Emeği ve ücreti gizlice eriten enflasyon ve pahalılığın temel sebebi olan faiz,  karşılıksız para basma ve her türlü haram ve israf ekonomisine son verilecektir.[14]
6-Bu arada masum işçi hakları bahane edilerek işvereni ve devleti zarara sokacak kasıtlı hareketlerden ve kendisine emanet edilen görev ve yetkileri kötüye kullanmaktan, işine ve işverenine hiyanet etmekten Müslümanlar şiddetle sakındırılmış ve her türlü fitne ve fesat faaliyetleri yasaklanmıştır. 
Konumuzu ilgili bir ayette şöyle buyrulmaktadır: 
"(Ey sermaye sahipleri!) Allah'ın size verdiği (servet ve nimetlerle) ahiret yurdunu kazanmaya çalış(ın). (Zekât ve cihat için harcayın bu arada) dünyadan da nasibini unutma.  (Meşru yollardan çalışıp kazandığınız serveti kendiniz,  aileniz ve yakınlarınız için örfe, adetlere ve standartlara uygun olarak helal yolda harcayın,  cimrilik etmeyin) Allah nasıl sana iyilik ve ihsan edip (zenginlik) verdiyse, sen de (fakir fukaraya, işçi ve memuruna) öylece iyilik ve ikramda bulun. (Sakın fakirin işçi ve memurun hakkını ketmederek) yeryüzünde bozgunculuk ve anarşi çıkarma. Zira Allah fitne fesat çıkaranları asla sevmez."[15]
Asla unutulmasın ki,  toplumları yıkan iki mühim etken vardır. Birisi sefalet, diğeri sefahat tır. Evet, hem "ekmeksizlik" hem de "ahlaksızlık"; bir milletin geleceğini tehdit eden en korkunç tehlikelerdir.
Aç ve ekmeğe muhtaç insanların çoğaldığı bir millet, işsiz ve aşsız kimselerin ümitsizce dolaştığı bir memleket, çözülmeye ve çökmeye doğru gidiyor demektir.
Bu sefalet ve yoksulluk, tabiatıyla birçok rezalet ve yolsuzlukları doğuracak,  zenginle, fakir arasındaki uçurum derinleşecek ve sosyal patlamalara zemin hazırlayacaktır.
Gerçek şudur ki, aç insanlar özgürlüklerinden, hatta onurundan önce ekmeği düşünecektir. Bu fıtratın gereğidir. Zira yaşamak duygusu ve yaşamak için yemek arzusu fıtridir. Bu gerçeği bilen zalimler, tarih boyunca halkları özellikle Müslümanları aç ve sefil bırakıp, geri kalmışlığa mahkum ederek, onların özgürlük ve onurlarını "ekmek" karşılığında satın alma yolunu tutmuşlardır.
Bu durumu gören Aleyhisselatü vesselam Efendimiz, "Fakirlik  (neredeyse) küfre yaklaştı."[16] Buyurmuşlardır. 
 Yine Peygamberimiz, "Allah'ım fakirlikten sana sığınıyorum" duasını sık sık tekrarlamıştır.
Resulullah  (sav) "ya Rabbi! Beni miskin (fakir) olarak yaşat ve yine fakir olarak öldür."[17] Duasındaki fakirlik ise maddi ihtiyaç ve ıstırap içinde kıvranmayı, sefalet içinde kalmayı istemek değildir. Bu fakirlikten kastedilen "maddi ve manevi her türlü nimet ve fazileti yalnız Allah'tan bilmek ve her şeyi Ondan dilemek, nefsinin acizliğini görmek, gurur ve kibiri terk etmektir." Zira Cenab-ı Hak, "Allah ğanidir. Hiçbir şeyinize muhtaç değildir. Siz ise her halde Ona muhtaç olan kimselersiniz."[18] Buyurmaktadır.
Bir topluma  "ekmek ve ahlak", mutlaka birlikte verilmelidir.
Elbette maddi bütün ihtiyaçları karşılanmış,  ama ahlak ve maneviyattan nasipsiz bir toplum... Hayvanların bile haya ettiği her türlü kabahat ve sefahatın yaygınlaştığı bir toplum,   kan kanserine yakalanmış bir hasta gibidir, tövbe edip Hakka dönmedikçe iflah olmayacaktır.
Gafil toplumlar; "Hürriyet" ve "medeniyet" adına işlenen bu rezaletlerin kendi korkunç akibetlerini ve felaketlerini hazırladığının farkındabile değillerdir.
Hem, hürriyet demek önüne konan her şeyi midesinin sesine uyarak yemek değildir. Gerçek hürriyet "eline geçmesi gerektiği kadarını"  almak konusunda söz sahibi olabilmektir. 
Bir ülkede milli gelirin yüzde doksanını toplumun yüzde onluk bir mutlu azınlığı "demokratik dolaplarla" yağmalıyor da, geri kalan büyük çoğunluk - her türlü zahmet ve hizmeti yüklendiği halde- hala geçim sıkıntısı içinde kıvranıyorsa... Gasp edilen haklarını savunmak imkânı bile onlara verilmiyorsa, o ülkedeki "hürriyet" gerçekte bir "esaret" rejimidir ve oradaki insanlar "demokrat kölelerden" başka bir şey değildir.
Bu zillet ve esarete "kader ve tevekkül" diye teslim olmak ise,  korkaklık ve ahmaklığın ta kendisidir.  Hayır, Müslüman böyle sefil,  böyle zelil olamaz.  Müslüman kimseye zulmetmeyen ama kendisi de zulme uğramayandır.
Zira,  "zulme rıza zulümdür." Müslüman kendisinin ve hatta bütün mazlumların haklarını soran ve savunabilen kimsedir. Çünkü "(Herkesin insan haklarına ve insanlık onuruna uygun,  adil ölçüler içerisinde yararlanması için yaratılan) mal  (sadece) içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşmak için değildir."[19]
"Onların (zenginlerin) mallarında muhtaç ve yoksulların da belli bir miktar hakları vardır."[20] Bir toplumda karnını doyuramayan,  ailesinin zaruri ihtiyaçlarını bile karşılayamayan insanlar bulundukça, zenginlerin serveti asla haklı ve hayırlı sayılamaz.  Zira,  "Komşuları açken kendileri tok yatanlar bizden değildir." (Hadis). Üstad Bediüzzaman'ın şu anlamdaki sözleri ne kadar ilginçtir. Dikkat ve ibret nazarıyla insanlık tarihine bakacak olursan, yaşanan bütün haksızlık ve ahlaksızlıkların iki düşünceden doğduğunu görürsün. Birisi  "ben tok olayım da başkası acından ölsün bana ne",  ikincisi: "sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimet ve lezzetler içinde rahat edeyim."
Gayri insani ve gayri İslami olan ve toplumu anarşi ve komünistliğe sevk eden bu zulüm zihniyetlerinin çaresi ise ancak (devlet eliyle) zekâtın uygulanması ve faizin kaldırılmasıdır."[21]
Bugün haksız vergi ve yüksek faizle halkı ezen, siyasi ve ekonomik zulümlere karşı Ricalullahtan (Allah'ın erkeklerinden) bir kahraman... "Gelin bu  zulüm  düzenini  değiştirelim",  "Faizi  kaldıracak ve adil vergi  sistemini uygulayacak  adalet nizamını kuralım" çağrısıyla "Barış  ve bereket çağının" kapılarını aralıyor!... Yılmadan yorulmadan halkı hakka çağırıyor! Evet bu Zat, çağdaş Firavunlar ve Karunlarla boğuşuyor...
Ve, ekmekten gömleğe yaptığı her alışverişte verdiği (birikmiş faiz) ve (gizli vergi)lerle sermaye krallarının ve çağdaş Karunların; geceliği yüz milyarlara varan fuhuş ve kumar masraflarını ödediğinin... Ve masum Filistinli müslümanları katletmek üzere İsrail'e silah parası gönderdiğinin farkında olmayan "demokrat köleler" ve "meyyit-i müteharrike-gezen ölüler" durumundaki kalabalıkların vurdumduymazlığına aldırmadan, hedefine yürüyor... Hayyealel felah!... Nuh'un gemisi  kalkmak üzere!...


[1]  Taberani İbni  Abbas' tan
[2]  Ali İmran: 57
[3]  Fussilet: 46
[4]  Ali İmran: 195
[5]  Necm: 39
[6]  Ahkaf: 19
[7] ^Talak: 6
[8]  Kasas: 23-26
[9]  Zuhruf: 32
[10]  Ahmet bin  Hanbel c. 1, sh. 311
[11]  Araf: 85
[12]  Bakara: 278
[13]  Hadis Abdulvahap Şarani. İslam Kardeşlik Hukuku  sh. 191
[14]  Geniş Bilgi İçin Bkz.  Sahih-i Buhari Muhtasarı c. 7-1119-1120-1121 nolu  hadisler sh.  465 ve devamındaki izahlar.
[15]  Kasas: 77
[16]  Beyhaki -Hilye
[17] İbn-i Mace.
[18]  Muhammed: 38
[19]  Haşir  Süresi : 7
[20]  Zariyat: 19

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder