24 Şubat 2019 Pazar

“ASR” SURESİ’NİN İZAHI VE İKAZLARI


“ASR” SURESİ’NİN İZAHI
VE
İKAZLARI
    

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Vel asrı = Asra yemin ederim ki,
İnnel insane = Kesinlikle insan,
Lefiy husrin = Hüsran ve ziyan içindedir,
İlla = Ancak hariçtir,
Ellezine = O kimseler ki,
Amenu = İman edenler,
Ve amilus - salihati = Ve salih ameller işleyenler,
Ve tevasav bil hakkı = Ve hakkı tavsiye edenler
Ve tevasav bis sabrı = Ve sabrı tavsiye edenler (bunlar zarara ve iflasa düşmeyecektir).
İnsanın en önemli ve en değerli sermayesi “zaman”ı ve ömür fırsatıdır. Ama maalesef boşa verdiği ve hatta günahlarla geçirdiği bu kıymetli emaneti onun en büyük israfıdır. Oysa vakitlerle nakitlerin (altın ve para cinsinden her nimetin) alınması kolaydır, ama elden çıkan vakitleri, nakitlerle geri almak imkânsızdır. Bu nedenle Cenab-ı Hak ASR Suresine, zaman sürecine ve ömür sermayesine yemin ederek başlamaktadır. Çünkü insan, imtihan için yaratıldığı ve ömür denen sayılı nefes süresi kadar fırsat tanındığı bu dünyadan eli boş, yüzü kara giderse, bu onun en büyük pişmanlık ve perişanlığı (hüsranı) olacaktır.
Asr Suresi’nin İzahı ve Mesajları
Mushaf’taki sıralamada yüz üçüncü yerdedir. Geliş sırasına göre on üçüncü suredir. Ama İnşirah Suresi’nden sonra, Âdiyât Suresi’nden önce Mekke'de inmiştir. Bu mübarek sure adını birinci ayette geçen ve "zaman, çağ, ikindi vakti" gibi anlamlara gelen "asr"kelimesinden aldığı bildirilmiştir. Bu surede, insanı ebedi hüsrandan (sonsuz azab ve ziyandan) kurtaracak yollar öğretilmektedir. Ashab-ı Kiram'dan iki kişinin karşılaştıkları zaman, biri diğerine Asr Suresi’ni okumadan ve ardından selâmlaşmadan ayrılmadıkları rivayet edilmiştir.
Asr Suresi’nin Meali:
1- Asra (mübarek dönemlere ve zaman dilimlerine ve özellikle sayılı ömür sermayesine) yemin olsun ki;
2- Gerçekten insan hüsrandadır (zarar ve ziyandadır. Bu gaflet ve tembellik sonunda pişman ve perişan olacaktır).
3- Ancak; (samimiyetle) iman edip, salih ameller işleyenler, birbirlerine Hakkı (doğru ve hayırlı olanı) tavsiye (yani Kur’an nizamının kurulmasını temenni, teşvik ve tebliğ) edenler, (bu yolda uğradıkları sıkıntı ve saldırılara kendileri katlandığı gibi) çevresine de sabrı (Allah için dayanmayı) telkin ve tavsiye edenler bunun dışındadır. (Bu dört vasfı üzerinde taşıyan mü’min, müstakim ve mücahit kimseler, dünya ve ahirette kurtulacak ve sonsuz mutluluğa ulaşacaktır.)
Bu ayetlerin açıklaması:
1-3. "Asr" (asır) kelimesi isim olarak "genel zaman, içinde bulunulan çağ, 100 yıllık zaman kapsamı” anlamlarına geldiği gibi, ikindi vakti, bir halkın veya bir hükümdarın dönemi, bir peygamberin yaşadığı zaman dilimi, gibi manalarda da kullanılır. Müfessirler burada zikredilen "asr" kelimesini ikindi vakti, mutlak zaman dilimi ve Hz. Peygamberimizin kutlu dönemi ve ahir zamandaki kutlu saadet medeniyeti gibi farklı şekillerde yorumlamışlardır. Bize göre bunlar içinde surenin anlamına ve mesajına en uygun düşeni "mutlak zaman" kavramıdır. Buna göre surenin başında zamana yemin edilerek, ömür sermayemizin insan hayatındaki yerine ve önemine dikkat çekilmiş olmaktadır. Çünkü zaman; Allah Teâlâ'nın yaratma, yönetme, yok etme, rızk verme, alçaltma, yüceltme gibi kendi mevcudiyetini ve sonsuz kudretini gösteren fiillerinin tecelli ettiği bir “varlık şartı”olması yanında, insan bakımından da, hayatını içinde geçirdiği ve her türlü eylemlerini gerçekleştirebildiği bir imkân ve fırsatlar alanıdır. Yüce Allah, böyle kıymetli bir gerçeklik ve imkân üzerine yemin ederek zamanın önemini vurgulamış, onu iyi değerlendirmeyen insanın, sonunda "hüsrana" (ziyana) uğrayacağını hatırlatmıştır. Buradaki "ziyan"la, âhiret azabı ve sonsuz cennetin kaybı kastedilmiş durumdadır. Çünkü zamanı ve ömrü boşa geçirmiş insan için en büyük ziyan, sonsuz cehenneme müstahak olmaktır. Surede bu ziyandan ancak şu dört özelliğe sahip olanların kurtulacağı ikaz ve ifade buyrulmaktadır:
1- Ayet ve Hadislerde öğretildiği üzere samimi ve gerekli şartlarını içerici bir şekilde iman etmiş olmak.
2- Salih ameller, iyi işler yapmak; yani din, akıl ve vicdanın emrettikleri hayırlı ve yararlı davranışlarda bulunmak, yasakladıklarından kaçınmak;
3- Her hâlde ve herkese, Hak’kı tavsiye ve tebliğde bulunmak, Hak olan Kur’an’ın ve Resulûllah’ın buyruklarına uygun bir Adalet Nizamının kurulması gereğini anlatmak ve bunun için çabalamak.
4- Bu uğurda başına gelecek sıkıntı ve saldırılara kendisi katlandığı gibi, herkese de sabrı tavsiye ve telkinde bulunmak.
İkinci şıktaki "iyi işler"in (salih amellerin) içinde, genellikle şahsi ibadet ve hizmetler yer alır. Ama Hak’kı ve sabrı tavsiye ve Adil Bir Düzeni gerçekleştirme görevi, mü’minlerin erdemini ve hemcinslerine karşı sorumluluk bilincini yansıttığı, hem de bireyi aşarak toplumsal yararlar sağladığı için ayrıca vurgulanmıştır. “Hak’kı ve sabrı tavsiye”buyruğunda, bu görevlere kişinin öncelikle kendisinin uyması gerektiği anlamının da bulunduğu açıktır. Bu husus, her akıl ve iz'an sahibi tarafından kolayca anlaşılıp benimsenecek kadar açık olduğu için, ayette bunun tekrar belirtilmesine gerek görülmediği anlaşılmaktadır.
Ayetteki “Hak'kı ve sabrı tavsiye”, Emr-i bil ma’ruf’u ve nehy-i ani'l münker’i de kapsamaktadır. Ma’ruf’u, yani Hak’kı ve hayırlı olanı emretmek, yürütmek; münker’i, yani her türlü haksızlık ve ahlaksızlığı da engellemek ise ancak iktidarla, yani devlet adına ve devlet imkânlarıyla başarılacak İlahi talimatlardır. Ayrıca “Hak'kı ve sabrı tavsiye” eğitimin önemine, içeriğine, prensiplerine ve hedeflerine de ışık tutmaktadır. Çünkü her eğitim faaliyeti sonuçta bir tavsiye, bir terbiye, yani nasihat ve irşaddır. Doğru bir eğitim sisteminin ve faaliyetinin amacı ise insanlara inançta, bilgi toplamada ve ahlâkta Hak’kı, yani gerçeği ve doğruyu aktarmak; bunun yanında hayatın çeşitli şartları, maddi ve manevi zorlukları, saptırıcı duygular, hata ve suç kışkırtıcıları karşısında da kişiye sabır ve dayanıklılık aşılamaktır. Hak’kı ve sabrı tavsiye, toplumsal hayatı ve birlikte yaşamanın getirdiği bütün sorumlulukları içine alan geniş kapsamlı bir görev tanımıdır. Hak’kın karşıtı Bâtıldır; Bâtıl ise inanç ve bilgide asılsızlık ve yanlışlığı, ahlâkta kötülüğü ve sapkınlığı içine alan bir kavramdır. Ayrıca Hak, adaletle de yakından alakalıdır. Bu açıdan ayette insanların adil olmaları ve adalet nizamının, yani herkesin hakkına razı olduğu ve herkesin hakkının korunduğu bir toplumsal yapının kurulmasına katkıda bulunmaları gerektiği de anlatılmaktadır. Sonuçta kul; surede sıralanan dört ilkeden iman ve salih amel sayesinde Allah'ın hakkını, Hak’kı ve sabrı tavsiye ile de kulların hakkını yerine getirmiş olacaktır.
Açıkça anlaşıldığı gibi Asr Suresi en kısa surelerinden biri olmakla birlikte özünde; Kur’an-ı Kerim’deki bütün dini ve ahlâki yükümlülüklerin ve öğütlerin esasını taşıyan bir anlam zenginliğini barındırmaktadır. Bu sebeple İmam Şafii'nin sure hakkında, "Şayet Kur'an'da başka bir şey nazil olmasaydı, şu pek kısa sure bile insanlara hidayet ve adalet rehberi olarak yeterli sayılırdı. Çünkü bu sure, Kur’an’ın bütün İlimlerini kapsamaktadır" dediği aktarılmıştır.
Asr Suresi'ndeki "İnsan gerçekten zarar içindedir" ayetinde geçen "insan" ne anlamdadır ve “hüsran = zarar”dan ne kastedilmiş olmaktadır?
Yüce Allah “zaman” gibi, en kıymetli bir fırsat ve imkân üzerine yemin ederek ömrün önemine ve imtihan sürecine vurgu yapmış; onu iyi değerlendirmeyen insanın sonunda, "hüsran"a (zarar ziyana) uğrayacağını hatırlatmıştır. Ayette geçen “el-İnsan” kelimesinin başındaki elif-lâm, “cins” için de kullanılır, “ahd” için de kullanılır. İşte bu yüzden müfessirler bu hususta şu iki görüşü savunmuşlardır:
1. Bununla ya, cins manası kastedilmiş olmaktadır. Ve bu tıpkı, Arapların, "İnsanların elinde para çoğaldı..." demelerini andırır. Bu görüşün delili, "iman edip salih işler işleyenler..." ifadesinin, "insan" ifadesinden istisna edilmiş olmasıdır.
2. Ya da bununla “belli şahıslar” amaçlanmıştır. Bu cümleden olarak mesela İbn Abbas, "Cenâb-ı Hak bu ayetle, Velîd İbn Muğîre, Âs ibn Vail ve Esved ibn Abdilmuttalib gibi bir kısım müşrikleri kastetmiş" olmaktadır derken, Mukâtil, bu ayetin Ebu Leheb hakkında nazil olduğunu aktarmıştır. "Merfû" bir haberde de, bu ayetin Ebû Cehil hakkında indiği rivayet olunmaktadır. Mekkeli bu müşrikler, "Muhammed, bir hüsran içindedir!" diyorlardı. İşte bunun üzerine de, Cenâb-ı Hak, durumun, onların vehmettiğinin aksine olduğuna dair yemin ederek sureye başlamaktadır.
Eğer, "el-İnsan" kelimesinin başındaki elif-lâm'ı cins manasına alırsak, o zaman, husr/ziyan kelimesinin manası, insanın bizzat kendisinin ve ömür sermayesinin sona ermesi, bitmesi şeklinde anlaşılacaktır. Ancak, amel-i salih işleyen mü'min bundan istisnadır, çünkü o, ne ömrünü ne de malını boş yere harcamıştır. Zira böylesi bir kimse, ömrü ve malı sayesinde, ebedi saadeti kazanmıştır. Ancak "el-insan" kelimesini “kâfirler” manasına alırsak, o zaman bu ifadeyle kastedilen, kâfir kimselerin bir sapıklık ve küfür içinde bulunmalarıdır. Bu durumda da, istisnasının manası, "Bu kâfirlerden iman edenler müstesna..." şeklinde olacaktır. Bu durumda da, iman eden kimseler, bu zarardan kurtulup kâra geçmiş kimseler konumundadır.
Küfür ve küfran gibi husr ve hüsran da, kazanacak yerde zarar etmek, sermayeyi kaybetmek, nihayet iflas ile hasret ve ümitsizlik içine düşmektir. “Husrin” kelimesinin sonundaki "Tenvin" de büyükleme ve türlendirme içindir. Yani büyük bir ziyan veya bir çeşit zararlar içinde boğulmak demektir. Çünkü insanın sermayesi ömrüdür, o ise her nefes, her saat harcanılıp giderek tükenmekte ve her nefes geçtikçe o nimetlerin sonu ve hesabı yaklaşıvermektedir. Eğer o nefesler, insanın her istediği zaman, istediği gibi yapacak şekilde kendisinin olsaydı, kendi yapısı ve icadı bulunsaydı; o ömür tükenmez, insan onu dilediği gibi harcamakta hiçbir zarara düşmezdi. Fakat ömür insanın kendi imkânı değil, yaratan Halık Teâlâ'nın imtihan için bir ihsanı olup, O’nun adına güzel tasarruf ederek kârından istifade etmesi için insana sınırlı ve hesaplı bir şekilde verilmiş “emanet sermaye” gibidir. İnsanın bütün hissesi, onun harcama ve alışverişinden hâsıl olacak kârdan istifadesidir. Onun için “İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm, 53/39) ve “Herkes kendi kazancına bağlıdır.” (Tûr, 52/21) ayetleri inzal edilmiştir.
Bu şekilde insan o sermayeyi veren sahibine ödedikten sonra, hesap günü kendisine kalacak olan kâra göre kendisi değerlendirilecek ve o oranda nimetlendirilecektir veya açığına göre sorumlu ve iflas etmiş olarak zarar ve azap görecektir. Tartının ağır veya hafif basmasının sonucu da bu demektir. O hâlde zamanın acı veya tatlı olaylarla akışı içinde her harcanan nefeste bir zarar vardır ki, onu ancak karşılığında Allah için yerine konup onunla tartılacak olan kâr ödeyebilecektir. Ömürden her geçen süreç, her harcanan nefes, ya bir işe harcanacak, ya boşuna geçecektir. Boşuna geçtiyse, elbette bir zarar demektir. Bir işe harcandıysa, o iş ya hayır ve güzel olan bir itaattir veya şer ve fesat olan bir girişimdir. Veya ne o, ne o; ikisi ortası mübah olan bir iştir. Bir mübah ise, sonunda bir eseri kalmaması itibarıyla boşuna geçmiş gibidir. Bir şer ise kesin bir zarar yerindedir. Eğer itaat ise, onu veya diğer birini ondan daha güzel bir şekilde yapmak da mümkün olabilir. Çünkü Allah Teâlâ'ya hizmet ve teslimiyet mertebeleri çeşitlidir. Bunun gibi Allah Teâlâ'nın kahr ve yücelik mertebeleri ve mutlak güzellik tecellileri sonsuzdur. Onun için insanın Allah'a ilmi ne kadar çok olursa, korku ve sevgisi de o nispette ziyade, tâat ve amelde Allah'ı yüceltmesi de, o nispette güzel ve mükemmel olur. Öyleyse, her nefeste daha güzelini yapamayıp da, düşüğüyle kalmakta bile kârdan da olsa yine bir tür ziyan söz konusudur. Bu itibarla, insan her an bir tür zarar ve hüsrandan uzak değildir demek olur. Bütün bunlara; asrın ve zamanın akışı zorlayan şartların sıkıştırması içinde, her yönden hücum etmekte olan belaları, baskı yapan diğer büyük olayları da katarak düşünülürse, insanın her an nasıl bir tehlike ve ziyan içinde olduğu bellidir. Her an nimet ve refah içinde bulunduğu kabul edilse bile, her dem ömrü ölüme doğru gitmekte bulunan insanın sürekli bir zarar içinde kayba uğradığını inkâr etmek mümkün değildir. Zira her geçen nefes bir ölüm demektir. Bundan dolayı "Bu ayet; insanda ziyan ve sıkıntının kaçınılmaz olduğuna delalet eder." diyen Razi gibi müfessirler bilinmektedir. Bunun açıklaması şudur: İnsanın gerçek saadeti; ahireti sevmek, dünyanın acı ve tatlısına iltifat etmemektedir. Bununla beraber ahireti ve hesaba çekilmeyi unutturan o beş duyumuza, şehvet ve öfke duygumuza yenilmemektir. Onun için halkın pek çoğu, dünya sevgisi ile meşgul olup onu talep yolunda boğulup gitmekte ve bundan dolayı zarar etmekte ve helâke düşmektedir.
Vaktimizi hayırda kullanmanın ve Ahiret yatırımı yapmanın yolları:
1- “Niyet”lerimizle, “adet”lerimizi “ibadet” hükmüne çevirmeye bakmak.
2- Hastalık ve sıkıntılara sabırla, manevi haz ve lezzet almayı başarmak.
3- Sadık dostlar ve dava arkadaşlarımızla irtibatı arttırmak, sıklaştırmak.
1- Niyetlerimizle, adetlerimizi ibadet hükmüne çevirmeye bakmak:
Yemek, içmek, giyinmek, gezinmek, sohbet etmek, ziyarete gitmek, telefonla görüşmek, istirahat etmek ve bakıp seyretmek gibi aslında mübah olan doğal ve sosyal davranışlarımızı; fıtri ve zaruri istek ve ihtiyaçlarımızı:
a) Ben bu işe Besmele ile başlamalıyım.
b) Bu işi Allah’ın rızasına ve İslam’ın buyruklarına uygun yapmalıyım.
c) Bütün bu nimetleri ve zevkleri bize lütfeden Allah’a şükürde bulunmalıyım.
Niyeti ve gayreti içinde yapan insan, mübah ve normal adetlerini ibadet hükmüne geçirmiş ve sayılı ömür sermayesini değerlendirmiş olacaktır.
2- Hastalık ve sıkıntılara sabırla, manevi haz ve lezzet almayı başarmak:
İmtihan gereği, başımıza gelen kaza ve belalara, çeşitli hastalıklara, aile efradımızın ve yakınlarımızın uğradığı sakatlık ve sıkıntılara, ibadetlerin ve dini hizmetlerin zorluklarına, insanların saldırılarına karşı: “Bütün bunlar Allah’ın tayin ve takdiri ile olmaktadır. Sabır ve tevekkül gösterip, kurtuluş çaresini Rabbimden beklersem, sevabına kavuşacak ve imtihanı kazanmış olacağım. İsyan ve itiraz edersem, hem sıkıntılarım artacak, hem de uhrevi sevaptan mahrum kalacağım” diyerek sükûnet ve teslimiyet gösteren insan, manevi bir huzura ve ruhani bir lezzete kavuşacaktır.
“İyilikle kötülük asla bir olmaz. Sen (insanları Hak’ka davet ederken, şahsına yapılacak) kötülükleri en güzel şekilde karşıla. O zaman bakarsın ki, aranızda düşmanlık bulunan kimse bile, sanki sıcak ve sadık bir dost oluvermiştir.
Bu (kötülüğü iyilikle savmak olgunluğu)na ancak sabredenler yetiştirilir. Ve bu (şerefe) ancak (İslami hikmet ve siyasetten) büyük pay sahibi olan (ve insanları Allah'a döndürmekten manevi haz duyan) kimseler eriştirilir.
Şayet sana (herhangi bir konuda) şeytandan bir kışkırtma ve ayartma (dürtüsü) gelecek olursa, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, (her şeyi) İşitendir, Bilendir. (Senivesveselerden koruyuverecektir.)”[1]
“Andolsun, Biz sizi; biraz korkuyla (doğal ve sosyal afetler ve düşman saldırıları), açlık (ve kıtlıkla) ve bir parça mallardan, canlardan ve semerat (ürün ve evlatlardan) eksiltmekle (hastalık ve sakatlıkla) imtihan edeceğiz. Sabır (sükûnet ve teslimiyet) gösterenleri müjdele (ki sadece onlar başarıya erişecektir.)
(Sabır ehli mü’minlere) Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: “Biz Allah’a ait (kullar)ız (O’na iman ve itaat için varız) ve şüphesiz O'na dönücüleriz.”[2] 
“(Ey mü’minler) Hoşunuza gitmediği (rahatına ve dünya hayatına düşkün nefislerinizin istemediği) hâlde (imtihan sırrı, haysiyet ve hürriyetinizin korunması amacıyla) kıtal (savaşıp vuruşmak) üzerinize yazıldı (farz kılındı). Aslında hoşlanmadığınız bir şey, belki de sizin için hayırlıdır; sevdiğiniz ve arzuladığınız bir şey de, olur ki sizin için şerli ve zararlıdır. (Her şeyin doğrusunu ve hayırlısını) Allah bilir, siz bilmezsiniz.”[3]
Ayetlerini dikkatle okumalıdır. Samimiyetle ülkemizde ve yeryüzünde Adil Bir Düzen’in kurulmasını, insanlığın bu bâtıl ve barbar sömürü çarkından kurtulmasını arzulamak, İslam nizamının hasretini çekerek yaşamak… Hak’kı ve hayrı tebliğ ve tavsiye ettiği için uğradığı saldırı ve sataşmalara katlanmanın manevi hazzını duymak, inşaallah insana sürekli bir cihat ve taat sevabı kazandıracaktır.
3- Sadık dostlar ve dava arkadaşlarımızla irtibatı arttırmak, sıklaştırmak.
Samimi ve seçkin dava kardeşlerimizle ve elbette seviyeli biçimde ve ayda en az bir kere olacak şekilde; telefonla hatırlarını sormak, ilgili Ayet ve Hadisleri hatırlatmak, siteden ve dergiden okuduğumuz güncel değerlendirmeleri aktarmak, dua ve nasihatte bulunmak, sayılı vakitlerimizi hayır yolunda değerlendirmenin önemli bir aracıdır.
Aynı il ve ilçedeki dostların münasip aralıklarla aile ziyaretleri yapması, bu buluşmalarda Meal-i Kerim ve şiirler okunması, Aziz Hocamızın ve Milli Çözüm konferanslarının videolarını birlikte izleyip yorumlanması, kıymetli vakitlerimizi en iyi değerlendirme fırsatlarıdır.
Hatta aynı il ve ilçedeki ve yakın çevredeki sadık dostların, ailecek buluşacakları geniş katılımlı organizeler yapmak, bunun için gerekli hazırlıklara katkı sunmak, bu toplantılarda çocuklara ve gençlere ezberledikleri Ayet ve Hadisleri ve şuur aşılayıcı şiirleri okutmak da hayırlı ve yararlı sonuçlar doğuracaktır. Ayrıca komşuluk ve özellikle akrabalık haklarını gözetmek ise, zaten sıla-i rahim sayılmıştır ve farzdır.
Hz. Peygamber Efendimiz: “İki şey vardır ki, insanların çoğu onun değerini bilmezler: Bunlar sağlık ve boş vakittir” buyurmuşlardır.
Dünya imtihanını kazanmanın ve hayatta olmanın “zaman” anlayışıyla önemli bağlantısı vardır. Zaman konusunda araştırma yapan sosyologlar, ileri ve geri ülkelerde zaman kavramının farklı telakki edildiğini aktarmışlardır. Onlara göre ileri ülkelerde işlerin; önceden, zamana göre ayarlanması ve her işin, ona tahsis edilen zaman dilimi içinde yapılması şarttır. Takvime göre hareket, hayatın disipline edilmesi, insan ömrünün verimli kılınması anlamını taşır. Hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim, üzerinde dikkatleri canlı tutmak için zamanı hatırlatan tabirleri sıkça kullanmıştır. Her çeşit farz, vacip ve nafile namazlar, zaman tanzimine de yönelik gayeler taşımaktadır. Bu açıdan, Din; insana zamanı azami ölçüde değerlendirmeyi öğretmeyi amaçlamıştır.
Kur’an, zaman yerine daha çok “vakit” kavramını kullanır. Bu kelime lugat yönüyle“bir iş için belirlenen zamanın nihayeti” anlamındadır. Kur’an-ı Kerim’de zamanla alâkalıgün, hafta, yıl, asır, vakit, saat kelimeleri bir ferd için hangisi daha önemli ise o kadar tekrarlanmıştır. Ferd için en ehemmiyetli “gün” olduğundan, Kur’an’da en çok zikredilen “Yevm” yani “Gün” kelimesidir ki 475 defa zikredilmiş durumdadır. Kur’an-ı Kerim ilk sayfalarından itibaren, en son sayfalarına kadar, hiç fasıla vermeden, okuyucusuna zaman mefhumunu hatırlatmaktadır. Arapçada “Leyl” (Gece) kelimesi, güneşin batması ile sabahleyin fecr-i sadık denilen ikinci fecrin doğuşuna kadar geçen zamanı ifade eder. Geri kalan müddete de “nehar” (gündüz) denir. Kur’an-ı Kerim’de gündüz (nehar) 57, gece (leyl) 92 kere tekrarlanır.
Unutmayalım ki farz namazların önemli amaçlarından biri de; Müslüman kimseye, günlük zamanı taksim ve programlama alışkanlığı kazandırmaktadır. Kıyamu’l leyl (gece kalkışı) Kur’an-ı Kerim’de önemle vurgulanır. Büyük İslam medeniyetlerinin parlama dönemlerini hazırlayanların hayatında gece kalkışı (teheccüd namazı ve duaları)önemli yer tutmaktadır. Kıyamu’l leyl Peygamber Efendimiz’e (SAV) farzdı, fakat ümmetine nafile sayılmıştır. Bu sünnetin, Kur’an-ı Kerim’in emri olduğu unutulmamalıdır.
“Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve geceleyin uzun uzadıya O'nu tesbih et (ki huzura ve manevi doyuma ulaşasın).”[4]
 “(Şimdi bunlar mı hayırlıdır, yoksa) Gece yarıları kalkıp namaz için kıyama duran ve secdeye varanlar, canu gönülden itaat edip ahiretten korkan ve Rabbinin rızasını ve rahmetini umanlar mı? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler (ilim sahibi kimselerle cahiller) bir olur mu? Şüphesiz, ancak temiz akıl sahipleri düşünüp öğüt alır.”[5] ayetleri gayet açıktır.
Peygamberimizin (SAV) hayatında zaman planlaması
Peygamber Efendimiz (SAV) zamanını günlere göre haftalık, vakitlere göre günlük programlara tabi kılmıştır. Peygamber Efendimiz haftalık belli günlerde aynı işleri yapmaktadır. Günlük ise muvakkat işler ki, bunlar önceden programlanmaksızın yapılması gereken sorumluluklardır. Gelen bir heyetle buluşması, bir yabancının müracaatı, bir ihtiyacın karşılanması gibi... Bunlar imkân nispetinde tanzime çalışılmıştır. Mutad (alışılmış, sıra gelen, belirli bir düzende devam eden) işlerse, aynı günlerde aynı vakitlerde yapılmaktadır. Her işe belli müddet vardır. O iş her gün aynı müddet içinde tamamlanmaktadır.
Günümüzde “Tatil” kelimesi, boş ve hoş vakit geçirme anlamında kullanılmaktadır. İslam, tamamen boş geçirilecek bir vakti uygun bulmamaktadır. Kur’an-ı Kerim’de bize,“meşguliyetin değiştirilmesi” suretiyle dinlenme elde edileceğine işaret buyurulmaktadır. Buna bir nevi “çalışarak dinlenme” diyebiliriz.
“(Şu hâlde Ey Habibim!) Boş kaldığın zaman (tebliğ ve toplumu terbiye, cihat ve tehlikeleri defetme, sosyal ve siyasi görevler gibi mecburi işlerinden sıyrıldığın an, durma hemen) ibadete koyul ve yorul ki (manevi terfi ve terakki ancak sürekli ve sistemli bir çaba ile mümkün olacaktır).
(Ve bütün bu gayret ve hizmetlerinle kesinlikle) Sadece Rabbine (rızasını kazanmaya) rağbet et (ki dünyada izzet ve devlete, ahiret yurdunda ise Cennet ve rü’yete ancak böyle ulaşılacaktır).”[6]
“İslam boş zaman kabul etmez” derken istirahati reddeder manası çıkarılmamalıdır. Kur’an-ı Kerim’de en iyi dinlenmenin, kişinin kendi evinde uyku ile olacağı vurgulanmaktadır.
“O, geceyi sizin için bir örtü elbisesi, uykuyu bir dinlenme (vesilesi) ve gündüzü de yayılıp-çalışma (vakti) kılandır.”[7]
“Allah size evlerinizi; (içinde) "güvenlik ve huzur bulacağınız (sükûnet ve saadet) yerleri" kıldı.”[8] ayetleri açıktır.
İslam âlimlerinin zaman konusundaki ortak yaklaşımları: “Geçmiş zaman elden çıkmıştır, gelecek ise henüz gaybdadır, öyleyse mevcut olan senin içinde bulunduğun şu andır.” Elbette insanın meşru ve uygun biçimde dinlenmeye ve eğlenmeye de ihtiyacı vardır, ama şuurlu ve sorumlu bir Müslümanın “vakit öldürmeye” hakkı bulunmamaktadır.
Kişisel gelişim ve zaman yönetimi ile ilgili kitaplarda çok sık kullanılan bir benzetme vardır; Şöyle düşünelim, her sabah hesabınıza 86 bin 400 Altın (Karzı hasen= güzel bir borç: “Eğer Allah'a güzel bir borç verecek olursanız (ihtiyaç fazlası birikiminizi ahiret hazırlığına ve İslam Nizamındaki faizsiz Devlet Bankasına yatırırsanız), onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah Şekûr'dur (şükrü kabul edip çok ihsan eden), Halim'dir (cezayı vermekte acele etmeyen, hatayı hoş görüp erteleyendir)”[9] kredi veren bir bankanız bulunuyor. Bir günden diğerine hiç bakiye devretmiyor. Tutarı ne olursa olsun, kullanmadığınız bakiye miktarı her akşam iptal ediliyor. Böyle bir konumda ne yapardınız? Elbette ki son kuruşuna kadar çekerdiniz ve değerlendirirdiniz!..
Aslında hepimizin böyle bir bankası vardır, bu da ZAMAN’dır ve Allah’ın bize lütfettiği ömür fırsatıdır. Her sabah, hesabımıza 86 bin 400 saniye kredi veriyor. (24x60x60) Her akşam ise iyi şeylere yatırım yapamadığınız kısmını silip, hesabınıza zarar kaydediyor. Hiç devretmiyor. Kredi miktarından bir kuruş fazla kullandırmıyor. Her gün size yeni bir hesap açıyor. Her akşam günün bakiyesini yakıyor. Eğer günlük depozitolarınızı kullanmadıysanız, bu sizin zararınız ve kaybınız (hüsran) sayılıyor. Çünkü geriye dönüş yok, yarından avans çekmek yok. Bugünü hayır yolunda, huzur ve şuurla değerlendirmemiz gerekiyor.
Zamanın tam değerini bilemediğimiz için, insanlar için kıymetli olan bir şeyle, mesela altınla kıyasladığımızda, durum açıkça ortaya çıkıyor ve o dünyalık en kıymetli şeylerden bile çok çok önemli olduğu anlaşılıyor. Çünkü zaman biriktirilemiyor, alınıp satılamıyor, yeniden üretilemiyor, değiştirilemiyor ve zaman kimseyi beklemiyor. O anı değerlendirdiniz ise ne ala; yoksa hiç telafisi bulunmuyor. Her an ya kâra geçiyor, ya da zarar ediliyor. Elbetteki bu yatırım yine insanın elinde, Allah-u Teâlâ insana neyin kâr kazandıracağını, neyin zarara uğratacağını açıkça bildirmiş bulunuyor. İnsan, dünyaya oyun ve eğlence için gelmemiştir. Dünya, iş ve kazanç yeridir. Dünya, ahiretin tarlası yerindedir. Burada ne ekilirse, ahirette o biçilecektir. Boş vakit, fırsat ve ganimettir. Faydalı iş yapmadan vakit geçirmek, vakti öldürmek demektir ve bu manevi bir cinayettir. Dünyada yapılan her işin, her nefesin hesabı kıyamette soruluverecektir. Hadis-i Şerifte buyuruldu ki:
“Kıyamet günü, herkes ömrünü ve gençliğini nerelerde geçirdiğinden, malını nereden kazanıp, nerelerde tükettiğinden ve ilmi ile amel edip etmediğinden sorguya çekilecektir.”[10]
 “Beş şeyden önce, beş şeyin kıymetini bil! İhtiyarlıktan önce gençliğin, hastalıktan önce sıhhatin, meşguliyetten önce boş vaktin, fakirlikten önce zenginliğin ve ölümden önce ömür sermayesinin kıymetini bil!”[11]
“Dünya, ahiretin tarlasıdır.” Hadisi oldukça anlamlıdır.
Vakti tohum ekmekle geçirmemiz lazımdır, ama insanlar aslında vaktini değerlendirme konusunda kısımlara ayrılmıştır, mesela;
Vaktini, yararlı ve verimli tohum ekmekle geçiren insanlar vardır;
Vaktini, boş tarlasıyla gurur duyarak geçiren insanlar vardır,
Vaktini, tarlasına zararlı bitki dikmekle geçiren insanlar vardır,
Vaktini, başkasının da tarlasını tohum ekmesine engel olmaya çalışarak veya başkasının tarlasına da zehirli bitki ekmeye çalışarak geçiren insanlar vardır.
İmâm-ı Şa’rânî’nin: “Zavallı bir insan zamanı nasıl bitireceğini, akıllı bir insan ise zamanı nasıl değerlendireceğini düşünüp yarınlara hazırlanır. Duyarlı ve tutarlı insan, vaktin kıymetini bilip elden kaçırmayandır. İhtiyarlık herkese nasip olmayacaktır, olsa da rahat ve elverişli vakit bulunmayacaktır. Vakit de bulunsa, kuvvetsizlik ve halsizlik zamanında, yararlı işler yapılamayacaktır. Bugün; güç ve kuvvet yerinde iken, hangi özürle, hangi sebeple bugünün işini yarına bırakanlar kendini akıllı sanır?” sözleri ne kadar anlamlıdır.


Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem: “Helekel müsevvifûn”. Yani,“Sonra yaparım diyenler (görev ve ibadetlerini, ilim öğrenmeyi sürekli erteleyenler) helâk oldular” buyurmuşlardır.

20 Şubat 2019 Çarşamba

kuranın bahsettiği müslümanlar

1986 yılında gazeteciler Şimon Perez’e, “İsrail’i kurdunuz ama Kur’an-ı Kerim, sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor” diye sorduklarında Perez, “Bizim devletimizi yıkacak, Kur’an’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin! O zaman düşünürüz” diye cevap veriyor.
Allah ve Rasûlünün en azılı düşmanı Siyonist Yahudilerin kurduğu işgal devletini yerle bir edecek, kurdukları zulüm ve sömürü sistemine son verecek Kur’an’ın bahsettiği o Müslümanlar, her türlü fikir, ırk, parti, mezhep ve meşrep ayırımına rağmen, “Hep birlikte Allah’ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın” (Ali İmran: 103) ayetinde bahsedildiği gibi zulüm, haksızlık ve sömürü karşısında birbirlerine kenetlenmiş, İslam kardeşliğinin ve Müslüman kimliğinin önüne hiçbir şeyi geçirmeyen Müslümanlardır.
O Müslümanlar, Kur’an’ın, “Kafirlere karşı şiddetli kendi aralarında ise merhametlidirler. Onların, rüku ve secde ederek sürekli Allah´ın rızasını aradıklarını görürsün. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır” (Fetih: 29) diye bahsettiği tüm öfkelerini kafirlere, merhametlerini ise Müslüman kardeşlerine yönelten, alınlarında secde izi olan ve bakılınca Allah’ı hatırlatan mü’minlerdir.


O Müslümanlar, Kur’an’ın, “Ne ticaret, ne de alış-veriş, onları Allah´ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve infak etmekten alıkoyamaz” (Nur: 37) diye bahsettiği, hiçbir dünyalığın, mal, makam ve mevkiinin Allah’a ibadetten, İslami çalışmalardan, direniş ve mücadeleden alıkoyamadığı Müslümanlardır. Onlar kendi gündemlerini kendileri belirlerler. Günlük plan ve programlarını hep İslam’ın anlatılması ve hâkimiyeti yolunda düzenlemiştir. Ceplerindeki her kuruş, Allah yolunda harcanmak için beklemektedir.
O Müslümanlar, Kur’an’ın, “Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır. Onlar, ‘tümüyle boş’ şeylerden yüz çevirenlerdir. Onlar, zekâta ilişkin söz ve görevlerini mutlaka yerine getirenlerdir. Ve onlar ırzlarını koruyanlardır” (Mü’minun: 2-5) diye bahsettiği, ibadetlerinde ihlâslı ve huşu sahibi Müslümanlardır. Onlar boş işlerden ve boş sözlerden uzak duran mü’minlerdir. Onların kitaplarında gaflet, tembellik, uyuşukluk, bıkkınlık, yorgunluk, boş zaman yoktur. İslam’ın onlara yüklediği mali sorumlulukları büyük bir hoşnutlukla yerine getirirler. İffetlerini korurlar, harama bakmazlar. İradeleri çelik gibidir.
O Müslümanlar, Kur’an’ın, “Kendileri ihtiyaç içinde olsalar dahi kardeşlerini kendilerine tercih ederler” (Haşr: 9) diye bahsettiği, başta kendi yakınlarındaki mazlumlar ve ihtiyaç sahipleri olmak üzere İslam coğrafyasının her yerine yardımları, kurbanları, infakları ulaşmış, elinde avucunda ne varsa mazlum Müslümanlar ve İslam’ın hâkimiyeti için seferber eden Müslümanlardır.
O Müslümanlar, Kur’an’ın, “Düşmanlarınız size karşı ordu topladılar; onlardan korkun! denildiğinde, bu, sadece onların imanlarını artırır ve Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir! derler” (Ali İmran: 103) diye bahsettiği, gözü pek, saatleri zafere ya da şehadete ayarlı Müslümanlardır. Korkaklık, pısırıklık, vazgeçmek, geri adım atmak nedir bilmeyen, cesur ve hakka adanmış Müslümanlardır.
O Müslümanlar, Kur’an’ın, zalimlerin ordularıyla ve güçleriyle karşılaşınca “Allah’ın izniyle nice az topluluklar çok topluluklara galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et derler” (Bakara, 249-250) diye bahsettiği, sadece Allah’a dayanan ve güvenen Müslümanlardır. Zalimlerin tanklarından, toplarından, tüfeklerinden değil, sadece Allah’tan korkan ve ondan yardım talep eden Müslümanlardır.
O Müslümanlar, Kur’an’da Allah’ın,  “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar” (Nur: 55) diye vaatte bulunduğu Müslümanlardır. Allah’ın vaadi yakındır. Biz yeter ki o vaade layık Müslümanlar olalım…

12 Şubat 2019 Salı

BOP'un Amacı ve Asbaşkanları!

BOP'un Amacı ve Asbaşkanları!
Büyük Ortadoğu Projesi Ne Amaçlıdır?
Türkiyem Topluluğu'nun önemli ve gerekli bir broşüründe vurgulandığı gibi:
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) , ABD'nin 1997'de oluşturduğu 'Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'nin (PNAC) bir alt unsuru olarak ortaya çıkan, sinsi ve Siyonist bir girişimdir. Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, Dick Cheney ve akıl hocaları Richard Perle ve William Kristol gibi üst düzey Yahudi stratejistlerin, İslam Dünyasına hâkimiyet hedefidir.
ABD tarafından yetkili yöneticilerin açık beyanları dışında BOP'a ilişkin yayınlanmış resmi bir belge bulunmamaktadır. Çünkü böyle bir durum Müslüman halkları kuşkulandıracak ve uyandıracaktır. Bu konudaki bütün değerlendirmeler, 'NNSS 02' olarak kodlanan 'Ortadoğuda ABD'nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi: Bir 11 Eylül Sonrası Analizi' (New National Security Strategy of The USA in tlıe Middle East Apost September 11 Analysis) adlı belgeye dayandırılmaktadır. Bu tür belgelerin tam içeriği ise haliyle gizli tutulmaktadır.
Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi (PNAC) nedir? Hangi Hesapladır?
Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'nin kuruluş bildirgesinde; “ABD dışişleri ve savunma politikaları amaçsız bir şekilde rüzgârda savrulmaktadır. ABD dünyanın en büyük gücü olmasına rağmen bu fırsatı boşa harcamak ve önümüzdeki görevde başarısız olmak tehlikesiyle karşı karşıyayız" ifadeleri kullanılmıştı. Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'nin taraftarlarına göre, ABD, askeri harcamalarını artırmalı ve parayı teknolojik olarak en gelişmiş silah sistemlerine yatırmalı, böylece istediği her yere hızla ve az kayıp vererek müdahale edebilir duruma ulaşmalıydı. Bu düşünce aslında Amerikan halkının değil Siyonist Yahudi odakların fikri olmaktaydı.
2. Dünya Savaşı'nın sonunda dünya ekonomik üretiminin yarısına yakınını gerçekleştiren ABD, açık farkla dünyanın en önemli ekonomik gücü idi. Ancak bu durum, 1990'lara gelindiğinde artık geçerli değildi. Avrupa ülkeleri, gelişmiş ülkelerden üç kat daha hızlı büyüme oranına sahip olan Çin, ABD'yi yakalama gayretindeydi. Birçok Cumhuriyetçi Parti hükümetinin danışmanlığını yapan Henry Kissinger, "Soğuk Savaş'ın sonu, bazı gözlemcilerin 'tek kutuplu' ya da 'tek süper güçlü' dedikleri bir dünya var etmiştir. Ancak ABD, gerçekte, küresel gündemi tek başına dayatabilme konusunda bugün Soğuk Savaş'ın başlangıcında olduğundan daha iyi bir konumda değildir. Birleşik Devletler, Soğuk Savaş döneminde hiç yaşamadığı ölçekte bir ekonomik rekabet ile karşı karşıya gelmiştir” diyerek tehlikeye dikkat çekmiştir.
ABD'nin problemleri 1990'ların ortalarında olduğundan çok daha fazlaydı. Yeni teknoloji patlamasının çöküşü, ABD şirketlerinin gerçek kârlarının açıkladıklarından yüzde 50 daha düşük olduğunu açığa çıkardı. Ve ABD ekonomisi normal işleyişini sürdürebilmek için, dünyanın geri kalanından (Aslen doğu Asya ülkelerinden) yılda yaklaşık 400 milyar dolar kadar borçlanmaya bağımlı kılmıştı. Bu durumda, ABD'nin ekonomik zaaflarının üstesinden gelmek amacıyla askeri gücünü kullanmaktan başka çaresi kalmamıştı. Birbiri ardına yapılan askeri müdahaleler, ABD'nin tüm gelişmiş ülkelerin bağımlı olduğu petrol kaynakları üzerinde denetimini sağlayacak ve ABD'nin yatırım yapmak isteyen yabancılar için en güvenli ülke olduğunu vurgulayacaktı.
"Bush doktrini" ne de ilham kaynağı olan bu görüşe göre ABD, büyük ekonomik ve askeri gücüne dayanarak dünyanın herhangi bir bölgesinde istediği dönüşümü yaptırabilir, kendisine yönelik tüm tehditleri ortadan kaldırabilir" durumdadır.
Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, 11 Eylül terör eylemlerinin ardından yaptığı açıklamalarda, “terörist ağının dünyanın her yerinde konuşlandığını ve bunlara bazı devletlerin de destek sağladığını” ifade etmiştir. Rumsfeld'e göre “bu terörist ağı harekete geçmeden önce yok edilmeli ve bunlara destek veren ülkeler askeri güç kullanılarak kontrol edilmelidir.” Bu ekol aynı zamanda Rumsfeld ekolü ve söz ettiği savaşta 'Bush doktrini' olarak bilinmektedir. ABD'nin 21. yüzyılın ABD yüzyılı olması için hazırladığı 'Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi' (PNAC), ABD'nin tek başına dünya hâkimiyeti kurması için daha önce hazırlanmış projelerin birleştirilmesi ile elde edilmiş bir projedir. ABD politikalarında etkili olan stratejist Brzezinski'ye göre ABD'nin dünya hâkimiyetinin yolu Avrasya'nın kontrolünden geçmektedir. Brzezinski, "Doğu Avrupa'yı yöneten Merkez bölgeye kumanda eder; Merkez bölgeyi yöneten Dünya adasına kumanda eder; Dünya adasını yöneten, Dünyaya kumanda eder" görüşündedir. Brzezinski, ABD'nin Avrasya Stratejisini biçimlendirmek için yazdığı 'Büyük Satranç Tahtası' adlı kitabında, ABD yönetimini bu bölgeyi kontrol edebilecek bir gücün ortaya çıkmaması konusunda uyarır: "Amerikan politikasının nihai hedefi, iyi huylu ve uzun vadeli eğilimlerle ve insanlığın çıkarları ile uyum halinde, ortaklaşa küresel bir topluluk oluşturma hayaline sahip olmalıdır. Fakat bu arada, Avrasya'ya egemen olan ve böylece Amerika'ya meydan okuma yeterliğine sahip bir rakibin ortaya çıkmaması şarttır," Diğer taraftan Avrasya'nın kontrolü ise Büyük Ortadoğu diye isimlendirilen bölgenin kontrolünden geçmektedir.
BOP'un Görünür Amaçları:
ABD yönetiminin kamuoyuna dönük yaptığı yazılı ve sözlü açıklamalardan BOP'un görünür amaçları aşağıdaki gibi özetlenebilir:
- Bölgedeki Kitle İmha Silahlarının (KİS) kontrol edilmesi, üretiminin ve yaygınlaştırılmasının engellenmesi
- Bölgedeki terör odaklarının kurutulması, terörle mücadelenin sürekli hale getirilmesi,
- Totaliter rejimlerin demokratikleştirilmesi,
- Serbest piyasa ekonomisinin yaygınlaştırılması ve gerekli mekanizmaların yerleştirilmesi,
- Bölgenin modernleştirilmesi,
- İnsan haklarının ve özgürlüklerin geliştirilmesi,
- Kadınlara eşit hakların verilmesi,
- Radikal İslami unsurların temizlenmesi,
- Dini eğitimde reforma gidilmesi.
Aslında bunların hepsi bahanedir, zehire sürülen çikolata gibidir.
ABD'de yönetimde bulunan 'Yeni Muhafazakârların' önemli isimlerinden Richard Perle'un yazdığı 'Şerre Son' (An End to Evil) adlı kitapta işlenen ana tema:
"Batı ya İslam'a karşı zafer kazanıp güçlenecektir veya bir saldırıya, hatta soykırımına uğrama tehlikesi çok yüksektir. Müslümanların gazabının ve anarşik tavrının kökü İslam'ın kendisindedir. Suudi Arabistan teröre karşı ya batı ile tam işbirliği yapacak veya zengin petrol kaynaklarının bulunduğu Doğu eyaleti ondan kuvvet zoru ile koparılacaktır. İsrail-Filistin ihtilafına gelince, Washington'un bir Filistin kurulması fikrinden vazgeçmesi gerekir. 11 Eylülün ortaya çıkardığı İslam dünyasındaki belayı, Judca tepelerinde 23.'üncü Arap devletini kurarak tedavi edemeyiz. Tahran'daki rejim mutlaka yıkılmalı ve bu maksatla İranlı muhaliflere her türlü yardım yapılmalıdır. Müslüman gazabı Arap kültürü ile özdeşleşmiştir. Ortadoğu'daki kötendinciler ve laik militanlar, Sünniler ve Şiiler, Komünistler ve Faşistler birbiri ile kaynaşmışlardır. Hepsi patlamaya hazır gazabın haznesinden fışkırıyorlar. Bu durumun çaresi demokrasi değil demokratikleşmedir; Yani batı ile uyumlu ve ılımlı partilerin işbaşına getirilmesidir. Yoksa Demokratikleşme derhal seçimlere gidilerek sonra onun sonuçlarına katlanmak anlamına gelmez. Seçimler 1995'te Cezayir'de denenmiştir. Orada yozlaşmış statükonun yerine az daha köktendinciler yerleşecekti. Aynı şekilde Türkiye’deki Erbakan hareketi de, kontrolsüz demokrasinin bir neticesidir ve oldukça tehlikelidir. Böyle bir sonuç kabul edilemez. Reform süreci güdümlü ve tedrici olmalıdır"
ABD'de Ulusal Demokrasi Vakfı Başkanı Cari Gershman da bölgeye ilişkin demokrasi stratejisini anlatırken “Batılı değerlerler doğrultusunda özgürlükler ve hukukun üstünlüğü garantiye alındıktan sonra yönetim biçiminin krallık ya da cumhuriyet olması önemli değildir” derken, asıl niyetlerini ifşa etmiş olmaktadırlar.
ABD imparatorluğunu genişletebilmek için hedef aldığı ülkeleri alt etnik gruplara bölüp yeni uluslar oluşturmayı bir strateji olarak benimsemiştir. Mevcut yönetimde danışmanlık yapan ve Afganistan'ın geleceğinde Amerikan Politikası Koordinatörlüğü görevini üstlenen Richard Haass, 'Karışıklık' adlı kitabında yeni bir ulus inşa etmeyi, ABD'nin işgal edeceği bölgelerde hâkimiyet kurabilmesi için şart olarak görmektedir:
"...Güç, eğer bir politik değişiklik olayı ise, fazla bir zekâ gerektirmeden ve biraz da iyi şansla işe yarayabilir. Aksi halde tek başına güç kullanımı politik değişikler için yeterli değildir. Bu şekilde bir değişiklik için en etkili yol; ülkelerde etnik ve mezhebi karışıklık yaratmaktır. Yeni bir 'Ulus inşa etmek' bu yollardan biridir. İlk önce buna karşı çıkanları ve milli birliği savunanları susturacaksın ve daha sonra başka bir topluluk yaratma işiyle meşgul olacaksın."
Diğer taraftan 2003 yılında RAND Corperation tarafından hazırlanan 'Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler' adlı raporda, Türk İslamı, Alman İslamı, Arap İslamı, Mısır İslamı, Köktendinciler, Gelenekçiler, Modernist Müslüman ve Ilımlı İslam gibi kavramlaştırmalara gidilmesi, Büyük Ortadoğu coğrafyasında yeni ulus inşasının yanı sıra yeni dinler inşa edilmek istendiğini göstermektedir.
Bugün ABD, Irak ve Afganistan'da buna benzer bir politika izlemektedir. Büyük Ortadoğu projesinin gizli amaçlarından en önemlisi bölgeyi etnik ve dini eksenli olarak paramparça edecek tarzda yeni uluslar ve yeni dinler ortaya çıkarmaktır. Son Libya ve Suriye müdahaleleri de bu amaçlıdır.
BOP'un Gizli Amaçları:
1- Bölgede ABD'ye karşı meydana gelebilecek bir meydan okumayı kırmak, 'Ilımlı İslam' adında yeni bir anlayışı bölgeye yaymak. Bununla eş zamanlı olarak etnik temele dayalı yeni uluslar inşa edip bölgedeki karışıklığı ve çatışmayı sürekli kılmak.
2- Devletlerin Uluslararası Sermayeye göre yapılandırılmasını sağlamak.
3- Bölgedeki enerji kaynaklarını ve ulaşım yollarını kontrol ederek, buralara bağımlı olan ve gelecekte ABD'ye rakip olabilecek güçleri frenlemek. Bölgede var olan stratejik madenlere el koymak.
4- Bölgede İsrail'in güvenliğini garantiye almak.
5- BOP bahanesiyle Arzı Mev'udu içine alan Büyük İsrail İmparatorluğunu kurmak.
BOP'un Tarihsel Geçmişinde Ne Vardır?
ABD'de yapılan G8 toplantısına, "Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Ortadoğu Girişimi" adıyla sunulan BOP'a ilişkin ilk somut bilgiler, Londra merkezli Arapça yayın yapan El Hayat gazetesinin 13 Şubat 2004 tarihli sayısında yer almıştır.
"Büyük Ortadoğu" kavramının, klasik Ortadoğu ile birlikte bağımsızlığını yeni kazanmış Orta Asya ve Kafkasya ülkelerini de kapsayacak biçimde akademik düzeyde kullanılışı ise, 1990'ların ortalarına rastlamaktadır. BOP'un siyasal düzleme taşınması çabaları ise 200'de başlamıştır.
Ancak kuşkusuz BOP konusunda en önemli kilometre taşı, Bush döneminde ABD dış politikasına hâkim olan yeni muhafazakalara karşı yeni liberal görüşü savunan Ronald Asmus'un Kenreth Pollack ile birlikte kaleme aldığı ve Washington Post gazetesinde 22 Haziran 2003 tarihinde yayımlanan "The Neoliberal Take On The Middle East" (Ortadoğu'nun Neoliberal Açıdan Ele Alınışı) başlıklı makalededir. Makaleye göre, "Ortadoğu'daki tehditlerin ortadan kaldırabilmesi, ancak NATO'nun Soğuk Savaş döneminde SSCB'ye karşı uyguladığı gibi uzun soluklu ve kapsamlı bir proje ile mümkün olabilir. Ortadoğu, yeni muhafazakârların savunduğu gibi güç kullanılarak dönüştürülemez, bu dönüşüm ancak Avrupalı müttefiklerle de işbirliği yaparak ve ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal boyutları da içeren kapsamlı bir projeyle mümkün olabilir"
ABD yönetimi 21. yüzyılı bir Amerikan Yüzyılı olarak düşünmekte ve stratejilerini buna göre şekillendirmektedir. O nedenle bütün projeler, PNAC ana projesinin alt projeleri olarak şekillenmektedir. BOP da ABD'nin Avrasya hâkimiyeti için geliştirdiği bir alt projedir. Kamuoyuna ilk kez Joint Forces Quarterly dergisinin (ABD Silahlı Kuvvetler dergisi) Sonbahar 1995 sayısında 'The Greater Middle East' ismi ile duyurulmuş emperyalist ve Siyonist bir girişimdir.
26 Şubat 2003'te Amerikan Girişim Enstitüsünde ABD Başkanı Bush tarafından 'Ortadoğu'da Demokratik Değerlerin Yayılmasını Öngören Plan' açıklanırken, 'Büyük Ortadoğu Projesi'nden bahsedilmiştir. Bush ayrıca 9 Mayıs 2003' yaptığı bir konuşmada 10 yıl içerisinde 'ABD- Ortadoğu Serbest Ticaret Bölgesinin' kurulacağını açıklayarak, projenin hedeflerinden birini dile getirmiştir. Bush'un Ulusal Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice da, 7 Ağustos 2003'te The Washington Post gazetesindeki yazısında, BOP kapsamında 22 ülkenin hedef tahtasına konulup yeniden yapılandırılacaklarını ifade etmiş, projenin kapsamı hakkında daha ayrıntılı bilgi edinilmesine imkân vermiştir.
Ulusal Demokrasi Vakfı'nda 6 Kasım 2003'te Bush, 'Ortadoğu'yu Özgürleştirme Stratejisini' açıklayarak BOP'ta nelerin sloganlaştırılması gerektiği mesajını vermiştir.
Başkan Yardımcısı Dick Cheney de, Davos'ta Dünya Ekonomik Forumu'nda 'Büyük Ortadoğu'ya Reform' projesini açıklamıştır. Dışişleri Bakanı Colin Powell, değişik zamanlarda yaptığı konuşmalarda İslam coğrafyasının siyasal olarak değiştirileceğini belirtmiştir.
ABD NATO Konseyi Daimi üyesi Nicholas Burns, 24 Ekim 2003'te "NATO ve Büyük Ortadoğu' adlı bir toplantıdaki konuşmasında, NATO'ya yeni bir misyon biçilip Büyük Ortadoğu'da konuşlanmasını istemiştir.
Londra'da yayınlanan El Hayat gazetesi 13 Şubat 2004'te, ABD'nin G-8 zirvesi için hazırlatıp üye ülkelere dağıttığı taslak metinde BOP’un ayrıntılarına yer vermiştir.
BOP Hangi Ülkeleri Kapsamaktadır?
BOP'un eylem alanı resmen ilan edilen net sınırların da ötesine taşmaktadır. Her an yeni ülkelerin kapsam içine alınabilmesi için "açık kapı" bırakılmaktadır. Bununla birlikte özellikle ABD kaynakları 27 ülkenin ilk planda BOP çevresinde değerlendirildiğini vurgulamaktadır. Bu ülkeler şunlardır:"Afganistan, Bahreyn, BAE, Cezayir, Cibuti, Fas, Filistin Özerk Yönetimi, Irak, İran, İsrail, Katar, Kuveyt, Komor Adaları, Lübnan, Libya, Mısır, Moritanya, Pakistan, Somali, Suudi Arabistan, Sudan, Suriye, Tunus, Türkiye, Umman, Ürdün ve Yemen."
Bu ülkelerin harita üzerinde ve resmen değil, ama Irak gibi fikren ve fiilen bölünüp, siyasi, ekonomik ve kültürel yönden ABD’nin güdümüne sokulması amaçlanmıştır.
Genişleme halinde bu alana Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetleri ile Endonezya ve Malezya'nın da dahil edilebileceği belirtilmektedir.
Fas ve Moritanya'dan başlayıp Afrika'nın kuzeyi, Ortadoğu'nun tamamı, Kafkaslar, Kazakistan, Türki Cumhuriyetler, Orta Asya, Afganistan, Pakistan ve Bangladeş'e kadar uzanan tüm bölge, Büyük Ortadoğu diye isimlendirilmektedir.
Büyük Ortadoğu Projesi'nde ise Türkiye için kullanılan sıfatlar: “model ülke, merkez ülke, Yeni Osmanlı Misyonu” biçimindedir. Türkiye, bu projeye yaklaştıkça hem kendi güvenliği ve geleceği tehlikeye girmektedir hem de bölge halkının tepkisini çekmektedir. Türkiye için kullanılan “Ilımlı İslam” kimliği de İslam'ı yozlaştırmaya yöneliktir.
ABD Başkanı Bush'un Başbakan Erdoğan ile görüşmesinde 'BOP'un bel kemiğini Türkiye oluşturmalıdır' ifadesinde de açıkça anlaşıldığı üzere Türkiye bu projenin merkezinde yer almaktadır. BOP'a göre ABD, bölgedeki radikal dini anlayışın terörü beslediği, bu anlayışların ehlileştirilmesi gerektiği kanaatini taşımaktadır. Batı, yıllarca Ortadoğu'da otoriter rejimleri destekleyip sahip çıkmıştır. Bu rejimlerin doğurduğu tepkiler radikal anlayışları beslemiş ve o anlayış da şimdi Batı'yı hedef almıştır. ABD bunu üzerine, radikal dini anlayışlar yerine 'Ilımlı İslam' anlayışını getirmeye çalışmaktadır. Ilımlı İslam'ı desteklemek aslında eski bir politikadır. ABD, Sovyet rejimi çökene kadar Yeşil Sovyet ideolojisine karşı tampon olarak manipüle edilen Ilımlı İslam anlayışı Artık BOP’un bir ayağını oluşturmaktadır. BOP'ta ABD'nin Türkiye'ye bu anlamda bir rol biçtiği açıktır. Şu anki haliyle ılımlı İslam teriminde vücut bulan bu rolün Türkiye'nin çıkarlarına ve devletimizin yapısına aykırılığı ortadadır. ABD'nin projesinin öngörülerinden birisi de, demokrasinin büyük bir devletin gözetiminde etnik ya da dini topluluklara dayanarak, küçük ulus devletleri içerisinde yerleşmesini sağlamaktır. Bu anlamda BOP Türkiye'nin üniter devlet yapısına ciddi bir tehdit olarak ortaya çıkmaktadır.
Türkiye Erbakan Hoca'nın D-8'ler projesi gibi atılımlarla kendi ağırlığını hissettiremezse, bölgeye yönelik politikalardan kendini soyutlayarak sadece tehdit algılamasını dillendirerek hiçbir yere varamayacaktır.
Sonuç:
ABD'nin taslağında yer alan ve Büyük İsrail hayaline dayanan reformların tamamen emperyalizm amaçlı olduğu açıktır.
Bu nedenle AKP'nin ve diğer işbirlikçi partilerin bu sinsi ve Siyonist projeye taşeronluk yapmaları ve Recep Tayyip Erdoğan'ın BOP'un eş başkanlığı gibi talihsiz bir görevden gurur duymaları şaşırtıcıdır.
Türkiye, milli ve haysiyetli bir yönetim ve yönelişle; D-8 gibi onurlu ve olumlu projeleri sahiplenmekle, Yeni ve Adil bir Dünya'nın öncülüğünü üstlenecek bir konumdadır. Tarihi ve tabii şartları ve potansiyel imkânları, bizi buna zorlamaktadır.*
AK Parti Genel Başkanlığınca açılan; “ABD’li Siyonistlerin AKP’li Piyonistleri” kitabımızın yayınını durdurma ve manevi tazminat davasıyla ilgili ifademizde şunları belirtmiştik:
Genel olarak:
Söz konusu kitabımızda hiçbir şahsa veya oluşuma hakaret ve iftira edilmemiş, böyle bir kasıt gözetilmemiştir. Sadece, dipnotlarda da gösterildiği gibi; yerli ve yabancı basında çıkan haberlerin halkımıza duyurulması ve toplumun din istismarına ve ülke çıkarlarımıza aykırı davranışlara karşı uyarılması hedeflenmiştir. Üstelik tespit ve tenkitlerimize esas aldığımız konuşma ve yorumlar, ilgili kişilerin kendi sözlerinden ve onlara yakın gazetelerden aynen nakledilmiş ve kafalarda oluşan soru işaretlerine dikkat çekilmiştir. Bizim için milli çıkarlarımız, toplumsal huzur ve barışımız ve özellikle bağımsızlık ve bekamız her şeyden önemli ve öncelikli olduğu için, bazı konuların açıklığa kavuşturulması amacıyla, duyulan endişelerimiz dile getirilmiştir. Bu tür konuları gündeme getirmemizin bir nedeni de, eğer böylesi iddia ve yayınlar, yalan ve yakıştırma ise; ilgililer tarafından doğru ve doyurucu yanıtların verilerek, halkın sağlıklı bilgilendirmesine hizmet etmektir. Özetle hakkımdaki iddiaları asla kabul etmiyorum, yazdıklarımız ve yorumlarımız kesinlikle hakaret içerikli olmayıp, sadece durum tespiti ve meşru tenkit ölçüsündedir. Kaldı ki bizi o kişilere hakarete yöneltecek hiçbir şahsi rekabet ve husumetimiz de söz konusu değildir.
Ayrıntılara gelince:
Şikâyet dilekçesi 1. sayfa Wikileaks belgeleri ve muhatapları ile ilgili:
“Hırsız ve haksız servet meraklısı, şehvet ve şöhret budalası, despot ve dikta kafalı, ahmak ve geri zekâlı”tespitleri kesinlikle bize ait olmayıp, Wikileaks belgelerindeki ABD üst düzey yöneticilerinin; dünyanın farklı ülkelerindeki politik ve bürokratik kişilere ait kanaatleridir ve kitabımızın 49. sayfasında bunların kimler olduğu aynı belgelerden derlenmiştir. ABD’yi yönetenlerin, işbirliği yaptıkları hükümet ve şahsiyetlerle alakalı bu genel tespitleri, Wikileaks belgelerinden aynen nakledilmiştir. AKP yetkililerinin, niye bunları kendi üzerlerine aldıklarını ve alındıklarını, o belgeleri yayınlayan başta TARAF gibi gazetelere niye dava açmadıklarını anlayabilmiş değiliz.
Şikâyet dilekçesinin 2. sayfasında yer alan: bizim kitabımızın 66. sayfasında CFR ile ilgili saptamalar (www.ilkkursun.com. - 26 Eylül 2010 - Bir Yıldan Daha Az Zamanda) yazısından alıntı olup, sayfa 68’de kaynağı dipnotla gösterilmiştir; ve o yazı ile ilgili hiçbir yalanlama yapılmış değildir.
Üstelik ABD Yahudi Lobileri güdümlü karanlık kuruluşlardan, Recep T. Erdoğan’ın Üstün Cesaret Madalyası aldığı, kuru bir iddia ve iftira ise, bunu Sn. Başbakanın çıkıp kendisi söylemelidir.
Sn. Recep Tayip Erdoğan ve ekibinin, önceki iddia ve davalarından dönmesi!
“Milli Görüş gömleklerini çıkarıp”, daha önce kendilerini İstanbul Belediye Başkanlığına, milletvekilliği ve bakanlıklara taşıyan düşünce ve ideallerinden döndükleri, kendi beyanlarıdır ve zaten herkesin bildiği şeydir. Ve halkımız arasında böylesi haklı ve hayırlı çizgilerinden dönenlere “dönekleşti” denilmektedir. Bu, hakaret içerikli bir iddia ve iftira değil, sadece bir durumu netleştirmektir.
Milli Görüş çizgisinde iken malum merkezler ve medya tarafından sürekli saldırılan ve karalanan kişilere, AKP’leşince nasıl sahip çıkılıp aklandıkları ise, inkâr edilmez bir gerçektir ve bunun nedeni merak edilmektedir.
Dilekçenin 3. sayfasında belirtilen: “Tayip Yahudi örgütleriyle sıkı fıkıydı” sözleri, kuru bir iddia değil, resmi kayıtlara geçmiş ve gerçekleşmiş bir vaziyetin ifadesidir. Biz yüce Yargımızın, Sn. Cumhurbaşkanımızın, Başbakanın ve diğer AKP kurmaylarının Yahudi Lobileri ve ABD’nin Siyonist sivil örgütleriyle, resmi değil özel ziyaret ve ilişkilerinin bir dokümanını isteyip, kuşku ve kaygılarımızdaki haklılığımızın belgelenmesini, böyle şeyler yoksa özür dileyeceğimizi arz ve talep etmekteyiz. Kaldı ki, ABD Dışişleri Bakanlığınca defalarca ilan edildiği üzere; Türkiyemiz dahil 27 İslam ülkesinin (resmen ve harita üzerinde değil, ama fiilen) parçalanıp farklı bölgelere ayrılmasını hedefleyen BOP’un eş başkanı olduğunu; tespit ettiğimiz tam 32 yerde, övünerek itiraf ettiğinin belgesi de ekte arz edilmiştir.
Yine dilekçenin 3. sayfasındaki: “Basında çıkan haberlerden de anlaşılacağı gibi, Tayip gerekli yerlere istenilen sözleri vermekte, önüne çıkabilecek engeller bertaraf edilmekte ve iktidara giden yolda hızla ilerlemekteydi” (Sayfa: 102-103) tespiti; bunun hemen üstünde belirtildiği gibi, 8 Ağustos 2001 tarihli, İngiltere İstanbul konsolosunun basına yansıyan beyanlarının bir özetidir.
Şikâyet dilekçesinin 4 sayfasında “şu hahamlar bile, Fetullahtan, zamancılardan ve AKP iktidarından daha insaflı ve insancıldır” sözleri, İsrail vahşetini ve Gazze felaketini kınayan insani duyarlı bazı Yahudi hahamlarının, kitaba aldığımız beyanlarıyla ilgilidir. Evet, maalesef, Mavi Marmara gemisinin, Gazze’ye yardım gönderme girişimini ve dokuz masum insanımızın korsanca katledilmesini: “haksız, yanlış ve işgalci İsrail otoritesine saldırı” kabul edip karşı çıkan; ama NATO’nun Libya dehşetine destek veren AKP’nin tavrına fetva uyduran Fetullah Gülenci zihniyetin bu çifte standardına dikkat çekilmiştir. Ve zaten ABD kongre üyelerinin Sn. Başbakana gönderdikleri talimat gibi mektupları üzerine, şimdi Gazze’ye gidecek 2. yardım filosuna İHH gemisi iştirak bile ettirilmemiştir.
Yine dilekçenin 4. sayfasında: “Hani bu düzen bozuktu... Heyhat ki bazı kesimlerin eline fırsat geçince, düzenin kemiklerine aç köpekler gibi saldırdılar” sözleri, 05.04.2007 Milli Gazete M. Şevket Eygi’ye aittir ve dipnotta gösterilmiştir, bunlar genel ifadelerdir ve bugüne kadar hiçbir tekzip gönderilmemiştir. Zaten bu alıntıdaki “Aç köpekler” ifadesi “aç gözlü ve doyumsuz” anlamındaki bir deyimdir. AKP yetkililerinin niçin alındıkları belli değildir.
Ve yine; ABD ve İsrail destekli ve BDP Jelatinli PKK bölücülerini cesaretlendirerek, Milli sanayimizi körletip köstekleyerek, ahlaki ve ailevi yozlaşmayı sadece seyrederek, ülkemize ve milletimize yönelik manevi zehirlemeleri “Akreplik” diye niteleyip, iktidarı tedbir almaya yöneltmek, kesinlikle bir hakaret değil, umduğumuz hizmetlerin bir hasret ifadesidir.
Bunun gibi hakkımızdaki diğer bütün itham ve iddialar temelsiz ve geçersizdir.
Onlarla ilgili yüzlerce cilt kitap ve makale yayınlanan Siyonist ve emperyalist odakların:
“Hidayet, feraset ve dirayet ehli; cesaret, ciddiyet ve civanmert karakterli, milli haysiyet, hamiyet ve hassasiyet sahibi kimselerle işbirliği yapmadığı” tarihi ve tescilli bir gerçeğin ifadesi iken, AKP yetkililerinin bundan niye gocunduklarını kendilerinin izah etmesi beklenir.
Kitabımızın başındaki “Piyonist” kelimesi de vurgu içindir. Senaryolarını ve notalarını başkalarının yazdığı şeyleri seslendirmekle görevli piyanistlere benzetme yollu “piyonist” denmesi, kesinlikle bir hakaret hedefli olmayıp, ülkemiz, devletimiz ve milletimizle ilgili tehlikeli gördüğümüz girişimlere dikkat çekme niyetlidir.
Hatta böylesi samimi ve gerçekçi uyarıları dikkate almayan yöneticilerin, daha beter yanlışlıklara ve tahribatlara düşmesini önlemek isteğimiz; Milli Görüşçü iken, pek çoğunun üzerinde, çeşitli seminer ve sohbetlerle emeği geçen birisi olarak, şefkat ve merhamet duygularımızın dolaylı ifadesi olarak değerlendirilmelidir.
Sivil PKK olan BDP’nin özerk Kürdistan’ı ilan ettikleri, AB resmi kurumlarının bu hıyanetlere destek verdikleri, Türkiye Cumhuriyetinin, resmi dilimiz Türkçenin, Milli birlik ve dirliğimizin temeli ve teminatı olan Anayasa Maddelerinin, Üniter sistemimizin açıkça, hatta küstahça tartışılır hale geldiği, hatta bazılarının Kürt-Türk savaşını bile dillendirdiği bir süreçte; ülkemizin geleceği ve milletimizin güvencesi konusundaki şüphe ve endişelerimizi, konunun hayati önemi nedeniyle biraz sivri ve dikkat çekici şekilde dile getirmemiz; hiç kimsenin şahsına ve makamına yönelik bir hakaret olmayıp, sadece duyarlı bir vatandaşlık görevi ve sorumlu bir aydın tepkisidir.
Hiçbir siyasi parti veya sivil dernekle, ne resmi ne de fiili bir bağı bulunmayan fikir ehli ve ülke dertlisi biri olarak, herhangi bir şekilde rekabet ve haset duyguları taşımadığımız kişilere yönelik tenkitlerimizin asla hakaret kastı olmayıp; sadece, Milli çıkarlarımıza ve bağımsızlığımıza aykırı gördüğümüz gidişatı gündeme getirme ve meşru tepkimizi gösterme niyetimiz bellidir. Kaldı ki dava dilekçesinde kendilerinin de belirttiği gibi, bizim; Ulusalcılık adına, İslamcı gördükleri AKP’ye yapılan saldırıları da aynı ölçüde tenkit ettiğimiz, din istismarının da, İslam düşmanlığının da aynı karanlık güçlerce kışkırtıldığını sürekli yazıp çizdiğimiz herkesçe bilinmektedir. ABD’nin kirli derin devleti olduğu söylenen Yahudi Lobilerinin ve bölgemize yönelik Siyonist projelerin sinsi faaliyetlerine dikkat çektiğimiz için, Ankara’daki ABD ve İsrail Büyükelçiliklerinin değil de, AKP Genel Merkezinin, sanki onları aklamaya çalışır ve avukatlığını yapar bir tavırla böyle bir dava açması, gerçekten hayret vericidir.
Bizim gibi siyasi bir parti mensubiyeti, yani rekabet gayreti ve iktidarlardan herhangi bir makam ve menfaat beklentisi bulunmayan insanların, milli birlik ve dirliğimize zarar verecek girişim ve gelişmeler karşısındaki bazı net ve sert uyarıları da kısılırsa, böylece tüm aykırı sesler susturulursa, ortalıkta sadece yandaşlar ve yalakalar bırakılırsa, sonuçta bunun en ağır faturasını yine iktidarların çektiği, ama halkını da felaketlere sürüklediği maalesef tarihi tecrübelerle sabittir ve bizim yaptığımız katiyen bir hakaret ve körü körüne bir muhalefet değil, sadece Milli ve manevi bir mesuliyettir.
Kitabımız bir bütün olarak incelendiğinde, şahsi hevesler ve hakaretler peşine düşülmeyip, Milli hassasiyetler içinde; halkımızı aydınlatma, iktidarı da uyarma gayreti çekildiği, kolaylıkla takdir edilecektir.
Kaldı ki halkımız arasında çok sık kullanılan “kurt gibi acıkmış, it dalaşı yapıyorlar, akrep gibi sokuyor” tabirleri, muhataplarını bir hayvan yerine koyup hakaret etmek üzere değil, bir durum tespiti ve olay tahlili yapmak üzere kullanılan izah sözcükleridir.
Üstelik davacıların hakaret saydığı şeylerin büyük bir kısmının Sn. Başbakan’ın ve AKP kurmaylarının, defalarca ve gururla dile getirdikleri kendi ifadeleridir; BOP eş başkanlığı ve ABD ile işbirliği gibi…


Şikâyet konusu kitabımızdan üstünü-altını saklayıp atlayarak ortadaki bir cümleyi cımbızla çeker gibi gündeme getirip hakaret edilmiş gibi gösterilmeye çalışılan iddialar yersiz ve ilgisizdir. 536 sayfalık kitaptan bula bula 5-6 cümle çıkarıp bizi sorumlu gösterme çabaları, sanki bazılarının gizli suçlarının deşifre edilmesinin psikolojik paniği gibidir.