28 Aralık 2018 Cuma

AŞI”LARLA; SAĞLIK MI, YOKSA HASTALIK MI AŞILANIYOR?

AŞI”LARLA; SAĞLIK MI,
YOKSA HASTALIK MI AŞILANIYOR?
    
Bir hastalığa karşı bağışıklık sağlamak veya bu hastalığı tedavi etmek için hazırlanan ve vücuda kas, damar veya ağız yoluyla verilen sıvıya aşı ismi verilir. Aşı, zayıflatma adı verilen uygun bir sterilizasyonla hastalık yapma gücü yok edilen bir mikrop maddesinden meydana gelmektedir.
Aşının yararları nelerdir?
Uygun ve doğru aşıların sağladığı en büyük yarar toplum sağlığının devam ettirilmesidir. Aşılar öncelikle uygulandıkları kişileri hastalıktan korur, ancak hastalıktan korunan kişiler mikropları diğer kişilere taşıyamayacağından ve aşılanmamış kişilere de hastalığın geçişi engelleneceği için onlar da korunabilir.
Enfeksiyon hastalıklarının yarattığı bireysel hasar ve maliyet yanında kısa sürede büyük kitlelere ulaşması sonucu oluşturduğu etki çok daha tehlikelidir. Hastalığın oluşmasını önlemek her zaman tedavi etmekten çok daha kolay ve güvenilirdir. Hastalıklar zaman zaman hiçbir şekilde tedavi edilemeyecek sorunlara ve kalıcı hasarlara yol açabilmektedirler.
Evet; canlılarda hastalık nedeni olabilecek mikropların özel işlemlerden geçirilmesi sonucu,hastalık yapıcı etkileri yok edilmiş, ancak vücudun savunma (bağışıklık) sistemini uyaracak nitelikleri korunmuş tıbbi ürünlere aşı denir. Mikropların vücuda girip hastalık yapmalarına'Enfeksiyon' denir. Vücuda yabancı olup da vücutta karşı reaksiyon uyandıran maddelere'Antijen' denir. Vücutta yabancı maddeye karşı ortaya çıkan savunma maddelerine 'Antikor'denmektedir. Başta hücre çeperleri olmak üzere mikropların çeşitli yapıları vücut için kuvvetli birer antijendir. Birçok enfeksiyon hastalığında, hastalığı geçirdikten sonra, kişide, o hastalıklara karşı bir dayanıklılık durumu (Bağışıklık) meydana gelir. O halde, bu hastalıklara karşı sun'i tedbirlerle kişilere bağışıklık kazandırmak mümkün ve münasiptir. Ancak doğru ve uygun olmayan AŞI’lar tam aksine daha büyük hasarlara yol açabilmektedir.
İki türlü bağışıklık bilinmektedir:
1. Aktif Bağışıklık: Antijen verilir. Vücut kendi gayretleriyle antijene karşı savunma maddelerini, yani antikorlarını hazırlamaya girişir. 2. Pasif Bağışıklık: Başka canlıda, o mikroba karşı meydana getirilmiş antikorlar (gamma glabunli serum) verilir. Tesiri çok çabuk başlar, ama birkaç hafta gibi çok kısa bir zaman devam eder. Aktif bağışıklamada ise (aşılama ile) bağışıklık süresi yıllarla ölçülebilir.
Yaygın Olarak Kullanılan Aşılar
Difteri Aşısı: Bu mikrop, toksinin zararsız hale getirilmesiyle yapılır. Koruma değeri %95’tir.
Boğmaca Aşısı: Ölü boğmaca bakterisinden elde edilen bakteri aşısıdır. Koruma değeri %85’tir.
Tetanos Aşısı: Tetanos mikrobunun toksininin zararsız hale getirilmesiyle yapılır. Difteri, boğmaca ve tetanos aşıları karma aşı olarak (DBT) bir arada yapılabilir. Koruma değeri %100’dür.
Çocuk Felci: Çocuk felci virüsünün etkisiz hale getirilmesiyle elde edilen bir canlı virüs aşısıdır. Koruma değeri %85-%90 olduğu söylenir. Ancak son zamanlarda bazı aşıların çocuklarda kalıcı hastalık ve hasarlara yol açtığı tespit edilmiştir.
Kızamık Aşısı: Canlı virüs aşısıdır. Üst kola, kas içine 0.5 ml uygulanır. Aşıdan 7-10 gün sonra ateş, göz nezlesi, döküntü olabilir. Koruma değeri %95’tir.
Kabakulak Aşısı: Canlı virüs aşısıdır. 1 yaşından sonra yapılır. Kızamık, kızamıkçık ve kabakulak bir arada yapılabilir. Ülkemizde yaygın olarak kullanılmamaktadır. Koruma değeri %95’tir.
B-C-G Aşısı: Verem hastalığına karşılık kullanılan bir canlı bakteri aşısıdır. Sol omza deri içine 0.1 ml yapılır. Yeni doğan çocuklara ilk ay içinde yapılır. İleri yaşlarda tüberkülin (PPD) testi, menfi ise yapılır. Aşıya bağlı deri altı apsesi, lenf bezi şişmesi görülebilir.
Kuduz Aşısı: Canlı virüs aşısıdır.
Bu konulara özel ilgi duyan ve ciddi araştırmalar yapan bir yazarımız çok çarpıcı sonuçlara ulaşmıştı: Aşılar çocuklara otizm ve zihinsel hastalıklar bulaştırıyordu!
“Ani bebek ölümlerinin yüzde 70′i Difteri, Tetanos, Boğmaca aşısını takip eden 3 hafta içinde gerçekleşmektedir. Havalelerin aşılarla bağlantılı olduğu tespit edilmiştir; havalenin aşı olduktan hemen sonra olması da gerekmemektedir. Haftalar, aylar, hatta bir yıl sonra bile gerçekleşebilir.”
Eğer bağışıklık sistemini uyarırsan, bugün otizmin çıktığı gibi, hamileyken aşıladığın kadının çocuğu 20 yıl sonra şizofreni çıkabilecektir. Bu aşıların çoğu Çin'de üretilmektedir. AB ve ABD’de 2 yılda bir kontrol edilirken Çin'de ise 13 yılda bir kontrol edilmektedir.
Canlı virüs içeren aşıların tehlikeleri:
• Aşılar bağışıklığı bastırıyor. (KKK ve HIB)
• Hayat boyunca vücutta kalabiliyor. Kızamık virüsü yaşlıların %20 beyin ve %45 diğer dokularında rastlanıyor.
• Astım, çocuklarda şeker hastalığı ve otoimmun ve nörolojik hastalıklarla bağlantılı ortaya çıkıyor.
• 1970′ten sonra her çocuk felci vakasının oral çocuk felci aşısı kaynaklı olduğu ortaya çıkmış bulunuyor.
Nijerya’da çocuk felci salgınının oral çocuk felci aşısıyla ortaya çıktığı saptandı. Şimdi etrafındaki ülkelere “Nijerya’da çocuk felci salgını var, aşı olmazlarsa size bulaştıracaklar” diye propaganda yapıldı. Bunun üzerine komşuları Nijerya’yı savaşla tehdit etmeye başladı. Nijerya’da aşı yaptırmayanları hapse attılar. Oysa ABD’de canlı çocuk felci aşısı yasaktır.
En zararlı aşı hangisidir?
Hepatit B aşısı üretilmiş sinir sistemini mahveden en zararlı aşıdır. Ben çocukluğumda bütün hastalıklara yakalanıp atlattım, ama etrafımda, sınıfımda bu hastalıklardan sorun yaşayan hiç kimseye rastlamadım. Eğer dedikleri gibi bu kadar ölümcül olsaydı, benim zamanımda aşıları yoktu, sokaklar ölülerle dolu olacaktı. Hastalığı geçirdiğinde ömür boyu bağışıklık kazanılır. Oysa aşı olunca 4 yıl aşının korumadığını anladıklarında bu sefer de pekiştirme dozlar vurmaya başlanır.
Kızamık aşısından önce kızamık ölümleri düşme eğilimindeydi
Kızamık aşısı başlamadan önce kızamıktan ölüm vakaları yüzde 90 zaten azalmıştı. Hijyen, iyi beslenme, iyi bakım lazımdı. Kızamık aşısı sonucunda da ölüm oranları artmıştı. Ve fark ettiler ki aşıdan sonra çocuklar Çinko ve A vitamini yoksunluğu çekiyordu. Bunlar verildiğinde ölüm oranları yine düşmeye başlamıştı.
Çocuk felci zaten sorun değildi
Çocuk felci salgını DTB aşısı başlayana kadar sorun teşkil etmemişti. Çocuk felci her daim vardı. Ama hiçbir dönemde DTB aşının başlamasıyla başlayan dönem gibi bir dönem yaşanmamıştı. Birdenbire felce ve ölüme neden olması herkesi şaşırtmıştı. Çünkü o zamana kadar yaz gribi gibiydi.
Grip aşısı ölümleri tetikledi
2003 yılında çocuklara grip aşısının vurulmasına başlandıktan sonra 5 yaş altı gripten ölen çocukların rakamı 12′den 90’a çıktı. 2 yaş üstü grip aşısı canlı grip aşısı yüzde 33 etkili, zayıflatılmış grip aşısı yüzde 36 etkili. 2 yaş altı zayıflatılmış grip aşısı yüzde 0 etkili. Ama gel gör ki şimdi her yaşa vurulması öneriliyor.
Peki, ya doktorlar ve sağlık çalışanları bu aşıyı oluyorlar mıydı?
Batı ülkelerindeki doktor ve hemşirelerin yüzde 70′i aşı olmaya “hayır” demiştir. Sağlık çalışanlarının ise yüzde 62’si “hayır” demiştir.
Tetanos aşısı gördüğüm en komik aşıydı
Tetanos kapma olasılığınız, yolda bana çarpma olasılığınız kadar az. Kaldı ki şu anda camdan eli kesilmişlere bile Tetanos aşısı vurulmaktaydı. Tetanos oksijensiz ortamda yaşayabilir. Bu nedenle oksijenli suyla temizlik yapılır. Tetanos hayvanların dışkısının olduğu yerde yaşar. Evinizde cam kırığından Tetanos kapamazsınız.
Kızamıktan ölümlerde ateş düşürücülerin rolü… Eğer bundan endişe ediyorsanız ateş düşürücü vermeyiniz. Ateş düşürücülerin etkisiyle ölüm oranı yüzde 7′den yüzde 35′e yükselmiş. Bırakın ateş yükselsin, 40-41′i geçmedikçe sorun değil. Böylece kızamıktan ölümleri ciddi oranda düşürmüş olursunuz.
1984 kızamık salgını: çocuklarımızın %58’i aşılıydı.
1985 kızamık salgını: çocuklarımızın %99’u aşılıydı.
1986 kızamık salgını: çocuklarımızın %96’sı aşılıydı.
1988 kızamık salgını: çocuklarımızın %69’u aşılıydı.
1989 kızamık salgını: çocuklarımızın %89’u aşılıydı.
1995 kızamık salgını: çocuklarımızın %56’sı aşılıydı. Ama maalesef söylenen ve istenen faydalar sağlanamamıştı.
Kızamıkçık aşısı %55 kadında eklem iltihaplanmasına neden oluyordu. Doktorların %75′i kızamıkçık aşısı olmayı reddediyordu. Kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarının ise yüzde 91′i reddediyordu. Hepatit B de en komik aşılardan biri. Vaka sayısı 25-64 yaş grubunda 4.172 iken 0-4 yaş aralığında 5’ti. Eğer yüksek risk taşıyan bir anneye sahip değilse bebek 18 yaşına kadar Hepatit virüsüyle karşılaşma olasılığı neredeyse hiç yoktu. Diğer konu, Hepatit B aşısının koruyuculuğu 2 yıldı. Yani doğumdan sonra vurulan Hepatit B aşısının, 18 yaşına gelindiğinde hiçbir etkisi kalmıyordu.
Aşağıda; CDC'nin yayımladığı aşı içerik listesinden derlenmiş kısmi aşı içeriği listesi ile yine aşı üreticisinin kendi yayınlarında (prospektüslerinde) belirttiği yan etkileri gösteren liste verilmektedir:
Aşılar
(çeşitli üreticilerden)
İçindekiler
(kısmi listedir)
Yan Etkileri
(kısmi listedir)
DtaB (Difteri, Tetanoz, aselüler Boğmaca) Aşısı, adsorbe
Alüminyum fosfat, amonyum sülfat, Alüminyum potasyum sülfat, Thimerosal [ağırlığının %50'si cıva olan bir aşı koruyucusu], Formaldehid veya Formalin, Glutaraldehye,
2- Phoenoxyethanol, Dimethyl- betacyclodextrin, Sodium Phosphate, Polysorbate 80
Otizm, ateş, anoreksiya, kusma, zatürre, menenjit, sepsis, boğmaca, konvülsiyon, febril, gran mal, afebril ve kısmi nöbet/havale, ensefalopati[beyin dokusunda genelde dejeneratif değişikliklerin görüldüğü hastalıklara verilen isim], brakiyel nevritGuillain-Barre sendromu, Ani Bebek Ölümü Sendromu
DTaB/HepB/IPV Kombine Aşısı,
Difteri ve Tetanoz Toksoidleri ile Aselüler Boğmaca Adsorbe/ Hepatit B (Rekombinant) ve İnaktive Polio virüsü (çocuk felci) Aşısı Kombine
Alüminyum Hidroksit, Alüminyum Fosfat, Formaldehid veya Formalin, Glutaraldehid,Maymun Böbreği Dokusu, Neomycin [antibiyotik],
2- Phenoxyethanol, Polymyxin B, Polysorbate 80,Antibiyotikler, Maya Proteini.
Havale/nöbet, diabetastım, Ani Bebek Ölümü Sendromu, üst solunum yolları enfeksiyonu, anormal karaciğer fonksiyonu testleri, anoreksiya, sarılıkşok,ensefalopati, Stevens-Johnson sendromu, brakiyel nevrit
Grip Aşısı
Influenza Virüsü Aşısı
Thimerosal [cıva], Civciv Böbreği Hücreleri, Yumurta Proteini, Gentamisin Sülfat, Antibiyotikler,Monosodyum Glutamat [MSG], Sukroz Fosfatı Glutamat Tamponu.Ciddi solunum ve mide-barsak semptomları, havale/nöbet, alerjik astım, iştah kaybı, mitokondriyal ensefalomiyopatide artış, kısmi yüz felci, Guillain-Barre sendromu, Bell's palsy, Stevens-Johnson sendromu, herpes zoster [zona].
Hep B Aşısı
Hepatit B Aşısı
Alüminyum Hidroksifosfat Sülfatı, Amino Asitler, Dekstroz, Fosfat Tamponları, Potasyum Alüminyum Sülfat, Formaldehid veya Formalin, Mineral Tuzları, Soya Peptonu, Maya Proteini, Thimerosal [2007 yılından önce Türkiye'de de kullanılan ve doğumda vurulan Engerix B
(GlaxoSmithKline Biologicals) aşısı Thimerosal ihtiva ediyordu]
Influenza, febril konvülsüyon, anoreksiya, üst solunum yolları hastalıkları, herpes zoster [zona], ansefalit [beyin iltihabı], palpitasyonlar, artrit, sistemik lupus ertematosus (SLE), konjünktivit, anormal karaciğer enzim değerleri, Guillain-Barre sendromu, Bell's palsymultipl sklerozanafilaksi,havale/nöbetler.
HIB Aşısı
Haemophilus b Konjüge Aşısı (Tetanoz Toksoidi Konjüge)
Amonyum sülfat, Formaldehid veya Formalin, Sukroz.Anoreksiya, havale/nöbet, böbrek yetmezliği, Guillain-Barre Sendromu (GBS), ishal, kusma.
HIB/HepB Aşısı,(Rekombinant) Haemophilus b Konjüge (Menengokok Protein Konjüge) ve Hep BAlüminyum Hidroksifosfat Sülfat, Formaldehid veya Formalin, Sodyum Borat, Soya Peptonu, Maya proteini, Amino asitler, Dekstroz, Mineral Tuzları.Anoreksiya, havale, otitis media [kulak enfeksiyonu], üst solunum yolları enfeksiyonu, oral candida [mantar enfeksiyonu], anafilaksi [şok].
HIB / Meningokok[Haemophilus b KonjugeAşısı (Meningokok Protein Konjuge)]
Alüminyum Hidroksifosfat Sülfatı, Formaldehid veya Formalin, Posfat Tamponları.Febril konvülsiyonlar, HIB hastalığı başlangıcı, otitis media [kulak enfeksiyonu], üst solunum yolları enfeksiyonu, Guillain-Barre sendromu
KKK Aşısı,
Kızamık, Kabakulak, Kızamıkçık Virüs Aşısı, Canlı
Civciv Embriyosu Fibroblastları, Amino Asitler, Sığır Albumini veya Serumu [kanın sıvı kısmı], İnsan Serum Albümini, Antibiyotikler, Glutamat, Fosfat Tamponları, Jelatin, Sorbitol, Sukroz, Vitaminler.Atipik kızamıkartritansefalit [beyin iltihabı], ölümaseptik menenjit,otitis media [kulak enfeksiyonu].
Pnömokok,
Pnömokok 7-Valanlı Konjüge Aşı (Difteri CRM197 Proteini)
Alüminyum Fosfat, Maya Ekstratı, Amino Asitler, Soya Peptonu.Febril konvülsiyon, Ani Bebek Ölümü, anafilaktik şok, iştah kaybı,
Polio virüsü Aşısı (IPV)İnaktive Çocuk Felci Virüsü Aşısı2-Phenoxyethanol, Formaldehid veya Formalin, Maymun Böbreği Dokusu, Yenidoğmuş Buzağı Serum Proteini, Antibiyotikler Neomycin, Polymyxin B, Streptomycin.Ölüm, anoreksiya, Guillain-Barre sendromu.
Su Çiçeği (Varicella) Virüs AşısıEthylenediamine-Tetraacetic Acid Sodium (EDTA) [metal çözme/şelasyon ajanı], Sığır albumini veya serumu, antibiyotikler, Monosodyum glutamat [MSG], MRC-5 DNA ve Hücre Proteini, Neomycin, Potasyum Klorür, Potasyum Fosfat Monobasic, Sodyum Fosfat Monobasic, Sukroz.Febril konvülsiyon, ansefalit [beyin iltihabı], Varicella-benzeri döküntü, üst solunum yolları rahatsızlığı, alt solunum yolları rahatsızlığı, egzama, yüz ödemi, aft ve uçuk, aseptik menenjit, Guillain-Barre Sendromu, Bell's palsy, zatürre, sekonder bakteriyel enfeksiyonlar.
Bütün bu acı ve geleceğimizi karartıcı gerçekleri gördükten sonra, tek ve gerçek çarenin, kendi milli ve yerli aşılarımızı ve diğer bütün ilaçlarımızı üretmemiz gerektiği ortaya çıkıyordu. Ama maalesef AKP iktidarı bu konuda 16 yıl boyunca ciddi ve gerçekçi hiçbir adım atmıyor, bizi Batılı ve Siyonist ortaklı küresel firmalara mahkûm ve mecbur ediyordu.
Dr. Sherri Tenpenny’nin aşı araştırmaları neyi göstermişti?
O dönem yaratılan panikle H1N1 aşısını olmak için 2-3 saat sıralarda bekleyen halkın durumundan etkilenerek konuya başlıyordu. Dr. Tenpenny 2000 yılının Eylül’ünde Washington’da düzenlenen NVIC-National Vaccine Information Centre toplantısına katılıyor, eve döndüğünde kendi kendine şöyle düşünüyordu: “Vay canına, 1985’ten beri hekimlik yapıyorum, 1996’dan beri ‘Bütünleyici Tıp’ icra ediyorum, şimdi sene olmuş 2000, bu aşı meselesini nasıl kaçırmış olabilirim?!”
Bunun nedenini 3 nesil Kayropraktik uygulayıcısı olan bir aileden geliyor olması ve kendi ailesinden kimsenin o güne kadar aşı yaptırmamış olması; kendi çocuğu da olmadığından aşı konusunun gündemine gelmemesi ve o güne kadar aşıdan zarar görmüş biriyle karşılaşmamış olmasına bağlıyordu. Konu ilgisini çekiyor ve 3 gün süren toplantılara katılıyor. 3 gün boyunca çocuğu aşıdan zarar görmüş ebeveynlerin ifadelerinin yanısıra çok sayıda bilim adamı ve hekimin aşıların zararlarını anlattığı konuşmaları dinleyince, yine bunca şeyden kendisinin niye o güne kadar haberdar olmadığına şaşıyordu. Öyle olunca da, “ben bu konuya bir bakayım bakalım” diye düşünüyordu. Okuduğu ilk makale, (CDC) Centres for Disease Control’un kendi sitesinden General Recommendations on Vaccination adlı bilgilendirme yazısının 1998’deki versiyonu oluyordu. 42 sayfalık makalenin sonuna geldiğinde tepkisi: “Bu mudur?!” (Sağlığı koruma adına yapılan bu uygulamalar, aslında insan sağlığını tehdit ediyordu!..) “Koca aşı endüstrisi bundan mı ibaret yani” diye şaşırıyor, çünkü gördüğü şey hatalı birtakım bilimsel çalışmalara dayanarak yapılmış yalan yanlış çıkarımların bol miktarda hipotez ve varsayımla süslenmiş hali ve birkaç da yazım yanlışı ve dil bilgisi hatasıyla doluydu.
“Hakikaten bu muymuş yani?! Milyar dolarlık endüstrinin dayanağı bu muymuş?!”diye hayretler içinde kalıyor ve “ben bunu biraz daha araştırayım bakalım” demek zorunda kalıyordu. Biraz araştırmak için çıktığı yol, 11 sene boyunca 12,000 saatlik okuma ve araştırma maratonuna dönüşüyordu. Sonunda “Aramadığınız şeyi bulamazsınız” diyordu. Dr. Tenpenny.“Eğer aradığınız bir şey varsa, ancak bulup açığa çıkartmanız mümkün olabilir.” diyordu.
Dr. Sherri Tenpenny onca yıllık araştırmalarında şu sonuçlara varmıştı:
• Kimilerinin “palavradan bilim” de dediği bir sürü kötü icra edilmiş uyduruk bilim safsataları.
• Bilimseldir diye ortaya konmuş bir dolu tekinsiz, şişirme, yalan yanlış araştırma sonuçları.
• Çalışma Özeti’nin altında yer alan ‘Sonuç’ bölümünde yapılan çıkarımların, çalışmanın geri kalanında anlatılan hiçbir şeyle alakasının dahi olmadığı “bilimsel” kılıflı beyin yıkama çalışmaları.
“Aşıya bağlı bunca problemin neden kaynaklanabileceğini gösteren yazılı belge, kanıt var mı?” diye de bakıyordu bir yandan Dr. Tenpenny ve bunun için tıp literatürüne geçmiş, yayımlanmış çalışmalardan aşı yan etkilerini araştırıyor ve aralarından sadece birkaçını sayıveriyordu:
• Otoimmün hastalıklar.
• Lupus: Ülserleşme eğilimi gösteren lezyonlarla belirgin herhangi bir kronik deri hastalığı, özellikle lupus eritematozus ya da lupus vulgaris.
• ITP - İdyopatik Trombositopenik Purpura: Kanın normal pıhtılaşmasının bozulduğu ve kanamaya meyille giden bir hastalıktır. Kanamaya yatkınlığın nedeni, kanın pıhtılaşmasından sorumlu kan pulcuklarındaki (trombosit=plt=platelet) azalmadır. ITP’de kan pulcuklarındaki azalmanın nedeni vücudun kendi ürettiği kan pulcuklarını yok etmeye başlamasıdır. ITP bulaşıcı ya da genetik bir hastalık değildir.
• Tiroidit -Tiroid bezi iltihabı.
• Ürtiker ve döküntü.
• Reaktif Artrit - Reiter Sendromu: Son bir ay içinde veya hâlihazırda bir enfeksiyona tepki olarak gelişen inflamatuar artrit şeklidir. Geçmişte, “Reiter sendromu” adı verilirdi; ancak şimdilerde “spondiloartrit” ailesinin bir üyesi olarak kabul edilmektedir.
• Reaktif artrit: Özellikle diz veya ayak bilekleri gibi eklemleri, topuklar, parmaklar ve beli etkileyebilir. Reaktif artrit, genellikle ishal ya da cinsel yolla bulaşan bir hastalıktan sonra görülür. Ancak hemen her enfeksiyona reaksiyon olarak da gelişebilir. Bazen enfeksiyona ait belirti olmadan da ‘asemptomatik’ gelişebilir.
• Jüvenil kronik artrit: Her 1000 çocuktan birinde görülen nadir(!) bir iltihaplı romatizmal hastalık. Eklemlerden herhangi biri aylarca inflame kaldığı ve başka bir neden bulunamadığı zaman, kronik artritten şüphe edilebilir.
• Nöbetler: Hastalık nöbeti; özellikle aniden gelişen konvülsiyonlarla belirgin nöbet.
• MS - Multipl Skleroz: Beyin ve omurilikte, sinir aksonlarındaki miyelin kaybına bağlı olarak yer yer sertleşmiş bölgeler oluşması ile belirgin, optik nevrit, bacak kaslarında güç kaybı, istemli hareketlerde düzensizlik, baş dönmesi ve diğer sinirsel bozukluklarla seyreden merkezi sinir sistemi hastalığı.
• MS benzeri sendromlar.
• Santral sinir sistemi demiyelinasyonu.
• Polinöropati: Birkaç siniri ilgilendiren herhangi bir hastalık veya bozukluk; özellikle birçok sinirin -iltihaplanma olmaksızın- dejeneratif değişiklikler göstermesi.
• Tip 1 Diyabet: İnsüline Bağımlı Diyabet. Pankreas’tan yeterli insülin salgılanmaması sonucu gelişen şeker hastalığı şekli.
• Vaskülit: Damar iltihabı.
• Çok çeşitli vasküler hastalıklar/damar hastalıkları.
• Bilateral Optik Nevrit: Göz siniri iltihabı.
• Santral Retinal Arter Oklüzyonu: Körlüğe götürür.
• İşitme kaybı.
• Tam sağırlık.
• Nefrotik Sendrom: Böbrek glomerüllerindeki işlev bozukluğu sonucu gelişen, yaygın ödem, ağır proteinim, hipoalbüminemi ve hiperlipemi ile belirgin klinik tablo.
• Astım
• Egzama
• Otizm
Dr. Tenpenny’nin saydığı bu kısmi(!) hastalık listesi sadece Hepatit-B aşısı sonrası gelişenlerden oluşuyordu!
Peki, ama ya onca diğer aşılar ve onların yarattığı diğer sağlık sorunları neler olmaktaydı?
Dr. Tenpenny bu durumu; “Aşı Endüstrisi, küresel İlaç Endüstrisi’nin belkemiğidir”diye açıklıyordu. “Bütün çocuklara doğumda Hepatit-B aşısı yapıldığını ve bu çocukların uzayıp giden bu listeler dolusu hastalıkları geliştirdiğini düşünelim. Acaba çoğu ömür boyu sürecek bu sorunlar için kaç milyon ilaç satılacak dersiniz? Kaç tetkik, kaç test, kaç hastane yatışı demek bu? Hem de salt TEK bir aşıdan dolayı oluşabilecek yan etkilerden bahsediyoruz. Doğum anından başlayıp hayat boyu devam eden bir aşılanma sürecinden bahsediyoruz burada. Endüstriyi işte kelimenin tam manasıyla böyle ayakta tutuyor aşılar.”diyordu ve son tespiti ise şöyle oluyordu: “Aşılamayı sadece yarı yarıya kessek, mevcut sağlık sektörünün spektrumu tamamıyla değişecektir.”
Hepatit B aşısı ve gelişim bozuklukları
2008 yılında Gallagher ve Goodman tarafından bir araştırma yapılmıştır. Araştırma Hepatit B 3’lü seri aşı ile gelişim bozukluğu arasındaki ilişki üzerine yoğunlaşmıştır. Araştırma yapılan çocuk sayısı 1824, yaş aralığı ise 1 ila 9 arasıdır. Tiyormersal içeren Hepatit B 3’lü serinin aşısını olan “erkek” çocukların, aşılanmayan çocuklara oranla gelişim bozukluklarına daha yatkın oldukları saptanmıştır. Tamamen aşılanmış erkek çocukların özel eğitim hizmeti alma sayısı, aşılanmayan erkek çocukların 8.63 katı fazlaydı. Bu araştırma Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılmıştır. Aynı yazarların diğer araştırması yeni doğmuş erkek bebeklere yapılan Hep B aşısıyla otizm teşhisi arasındaki ilişki üzerine yapılmıştır. Araştırma yapılan erkek çocuklar otizm teşhisi konmuş, 1999 yılı öncesi doğmuş 3 ila 17 yaş aralığındaki çocuklardır. 1999 öncesi doğan ve Hep B aşısı olanların otizme yakalanmaları 3 kat fazlaydı. (Gallagher CM, Goodman MS, “hepatitis B vaccination of male neonates and autism diagnosis, NHIS 1997-2002, J Toxicol Environ Health, Part A, 73 (2010): 1665-1667)[1]
Hepatit B Aşısı ve sonuçları
Maalesef doktorlara Sağlık Bakanlığı’nın gönderdiği tebliğler, anne-babalara yaptırdıkları açıklamalar doğrudan Amerikan CDC kurumunun çarpıtılmış, taraflı ve bilimsel olarak da kusurlu açıklamalarıdır. Amerikan takvimini hızla kopya ediyoruz, anne-babaları “ikna” (korkutma) ve yıldırma taktikleri de doğrudan bu ülkeden ithal edildiği toplumdan saklanmaktadır.
Türkiye’de Hepatit B hastalığının çocuk yaş grubundaki riski ile ilgili yaptığım araştırmanın sonuçlarını ve Hepatit B hastalığı ile ilgili referanslı bilgilerden bir kısmını buradan paylaşayım sizinle, siz bu bilgileri lütfen doktorunuzla ayrıca paylaşın.
Hepatit B hastalığının gerçek risk oranları:
Hastalığı kapanların %50′si belirti geliştirmez; iyileşerek ömür boyu bağışıklık kazanır (bu kişiler hastalığı geçirdiğini bile fark etmez),
Hastalığı kapanların %30′u sadece grip benzeri belirtilerle hastalığı atlatır; ömür boyu bağışıklık kazanır,
Hastalığı kapanların %20′si Hepatit B tanısı almalarına neden olacak belirtileri (bulantı, kusma, sarılık, artmış karaciğer enzim değerleri) gösterir, yani kendini doktora gidecek kadar hasta hisseder,
Belirti geliştiren bu %20′lik kesimin %95‘i hastalıktan tamamen iyileşir; ömür boyu bağışıklık kazanır.
Sonuç olarak, Hepatit B geçirmiş kişilerin yalnızca %5′ten az bir bölümü hastalık rezervuarı olarak adlandırılabilecek duruma, yani kronik taşıyıcılık durumuna geçer. Bunların ise, %75′i (toplam Hepatit B’li hastaların %3.75′i) asemptomatik (inaktif) enfeksiyonla yaşamlarını sürdürür.
%25′i (toplam Hepatit B’li hastaların %1.25‘i) karaciğer rahatsızlığı ve kanser geliştirir; bu rahatsızlıklar ise akut epizoddan 10 ila 30 sene sonra baş göstermektedir.
Hepatit B Bulaşma Yolları:
1. Parenteral (kan ve kan ürünleri aktarımı ve damardan uyuşturucu kullanımı sırasında).
2. Perinatal (doğum sürecinde, HBV taşıyıcısı anneden bebeğe vertikal/dikey geçiş yoluyla; yüksek endemite görülen bölgelerde daha sık rastlanır. Türkiye’de HBV için önemli bir bulaş yolu olmadığı gösterilmiştir).
3. Cinsel
4. Horizontal (gösterilebilir parenteral, cinsel veya perinatal temas olmamasına karşın meydana gelen, insandan insana zedelenmiş deri ya da mukoza aracılığıyla ve ortak kullanım alanları nedeniyle meydana geldiği düşünülen bulaş şekli).
Dedenin taşıyıcı olduğunu söylemişsiniz, ancak hangi deneyimli doktora sorsanız size Hep-B’nin öyle sarılma öpmeyle bulaşmayacağını, çocuğun cildinde mevcut açık bir yara varsa ve enfekte kişiyle uzun temas sonucu kanı, salyası yaraya gelirse kapacağını belirtecektir. Türkiye’de çocuk grubunda ne kadar vaka var diye bakacak olursak da şöyle bir tablo çıkıyor karşımıza:
“Prof. Dr. Hilal Özcebe’nin editörlüğünde hazırlanmış, “Türkiye’de Çocuk Sağlığının Durumu” adlı raporda TC. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Bağışıklama Şubesi’nin basılmamış verilerine göre Hepatit B’nin Türkiye’de 5 yaş altı çocuklarda görülme oranı 2010 yılında yüz binde 0,5’tir (yani milyonda 5 çocuk). Yani, bir daha altı çizilerek ifade etmek gerekirse, Türkiye’de 0-5 yaş arası bebek ve çocuklarda Hepatit B bir halk sağlığı önceliği değildir ve yeni doğanların ulusal çapta aşılanmasını gerektirmemektedir!”
Polio (çocuk felci) aşısı ve kuşkularımız
Polio enfeksiyonlarının çoğunda ancak birkaç belirgin semptom ortaya çıkıyor.[2]
 Hatta esasına bakılacak olursa, doğal polio virüsüne maruz kalan kişilerin %95’i salgın durumunda bile(!) hiçbir belirti göstermiyor.[3]
Enfekte kişilerin sadece %5’inde hafif belirtiler, yani boğaz ağrısı, boyun tutukluğu, baş ağrısı ve ateş gibi belirtiler görülüyor ki bu da çoğu kez basit bir soğuk algınlığı veya grip teşhisi olabiliyor.
Kas paralizisinin hastalığa yakalanmış her 1.000 kişide 1 gibi bir oranda seyrettiği tahmin ediliyor.[4]
Bu durum bazı araştırmacı bilim adamlarına ‘paralitik polio’ (felç) geliştiren bu az sayıda insanda hastalığa anatomik yatkınlık olabileceğini, nüfusun geri kalan ezici çoğunluğunun ise polio virüsüne doğal olarak bağışık olabileceğini düşündürüyor.[5]
Paralitik polio nadiren kalıcı, üstelik çoğu kez felçten TAM iyileşme sağlanıyor.[6]
Birkaç gün içinde kas gücü yerine gelmeye başlıyor ve sonraki 12-24 ay içinde iyileşme devam ediyor.
Vakaların çok düşük bir yüzdesinde paralizi kalıntısı görülüyor.
Çok nadir olarak da solunum kaslarında paralizi nedeniyle ölüm gerçekleşiyor.
Tedavi için hastanın yatakta istirahati sağlanıyor ve tutulan uzvun tamamen rahatlaması sağlanıyor. Şayet kişi nefes almakta zorlanıyorsa bir solunum cihazı veya eskilerin ‘demir ciğeri’ kullanılıyor. Gerekirse fizik tedavi uygulanıyor.
Hastalık risklerinin danışana korkutma amacıyla abartılı veya yanlış şekilde aktarılamayacağını, hekimlerin objektif olarak karşısındaki bireyin(!) çıkarını düşünerek bu bilgileri objektif olarak aktarması gerektiğini hatırlatmak istiyorum.
Ve son olarak da hemen bugünlerde İstanbul’da gizli kapaklı başlatılan polio aşılamasıyla ilgili (en azından benim) aklıma takılan soru ve sorunları ifade ettiğim yorumlarımı aktarıyorum:
“Sessiz sedasız (reklamsız) bu defa da zavallı Suriyeli sığınmacılar ve yabancı uyruklular(?) hedef alınıyordu. Evet, yaşam koşulları önemli hastalık bulaşında, ancak burada birkaç açıklanmaya muhtaç nokta bulunuyordu:
1- Polio salgınlarının genellikle yaz mevsiminin sonunda ortaya çıktığını biliyoruz. Peki, Sağlık Bakanlığı ne oldu da yazın başında kampanya ihtiyacı hissetti? Reklam yapmıyoruz, duyurmuyoruz demelerinin sebebi (elbette siyasi kaygıların yanında) insanlar acaba tutar da “e hani nerde İstanbul’da (veyahut da Türkiye’nin başka herhangi bir ilinde) teyitli polio vakaları?” diye sorar diye mi? Dünyanın neresinde görülmüş böylesi sorumsuzluk örneği? E hadi Suriye’de (hepsi topu topu 12 vaka) görülmüş, biz kimselere açıklama yapmadan, ortaya veri filan koymadan kafamıza göre hedef kitle belirleyelim, anaokullarında kreşlerde yakaladığımız çocuğu (umuyorum anne-babanın izni dahilinde!) aşılayalım tarzı sorumsuz bir girişim?
2- Metinde (umuyorum masumane bir ihmalle) Türkiye’de çocukların takvim gereği 6. ve 18. aylarda polio aşısı olduğu belirtilmiş.
a) Bu aylarda yapılan OPA (oral polio aşısı) adındaki damla şeklindeki aşıdır. Oysa çocuklar bu aşıların yanı sıra 2, 4, 6 ve 18. aylarda 5’li karma aşıların içinde IPA, yani iğne şeklindeki polio aşısını da oluyor. Mevcut veriler, öldürülmüş polio virüsü ihtiva eden IPA aşısının, zayıflatılmış canlı virüs aşısı olan OPA’ya göre çok daha etkili olduğunu da gösterirken, bizim çocuklar 2 yaşın altında 4 doz IPA ve 2 doz OPA ile rekor seviyede 6 doz aşılarını olmuyorlar mı?
b) Haberde polio’nun en sık görüldüğü yaşın 5 yaş olduğu belirtilmiş. Lütfen Sağlık Bakanlığı açıklasın, doğumdan 1.5 yaşa kadar 6 doz aşıyla bu çocukların 5 yıl dahi korunmadığını düşünüyorlarsa acaba aşıların etkinliğini ve tabii buradan hareketle bunca dozun gerekliliğini sorgulamamız gerekmiyor mu? Yoksa 6 dozla sağlayamadıkları bağışıklığın, mucizevî bir şekilde bir 7. dozla kesin sağlanabileceğini mi söylemek istiyorlardı?
3- Metinde polio’ya dair sağ olsunlar hastalığı kapan çocukların %95’inin belirti bile göstermeden hastalığı geçirip atlattığına yer vermişler. Ancak söylenenler yanında söylenmeyenler, yarım bırakılan gerçeklikler her zaman daha önemli bu tür oldubittilerde saklı bulunuyordu. Bu metinde artık dünya alemin bildiği, OPA aşısının bizzat polio’ya yol açabileceği, aşıyı olan çocukların dışkısı yoluyla da etrafa virüs yayabileceği ve sağlık durumu yerinde olmayanları ciddi şekilde felç riskine soktuğu bilgisi neden yoktu?
Bunun literatürde bilinen ismi “contact immunity”, yani temas yoluyla pasif bağışıklamadır. Amerikan halkı devletin kendilerini bu yolla, bir taşla birkaç kuş vurma azmiyle, ancak elbette bilgi ve rızaları dışında yıllarca aşıladığını, sonunda insanlar çocuklarının altlarını değiştirirken felç geçirmeye başladığında anlamışlardı. Amerikan devleti CDC üzerinden yaptığı açıklamayla ülkede son 30 yılda tek bir doğal polio virüsü enfeksiyonu olmadığını, kayda geçen tüm polio (ve müteakip felç) vakalarının aşı virüsünden kaynaklandığını açıklamış ve OPA kullanımdan kaldırılmıştı. Amerika’nın kullanmadığı bu riskli aşıyı Pakistan, Hindistan ve şimdi Türkiye ağza şekerli su damlatır gibi çocuklara doz doz niçin ve nasıl dağıtmaktaydı? Paylaşımları takip edenler, bu artık hesabı bile tutulmayan OPA dozlarının Pakistan ve Hindistan’da kaç çocuğu felç ettiğini hatırlayacaktır. Şimdi, şayet bu kampanyalardan sonra hakikaten polio’ya yakalanmış ve hatta felç geçirmiş çocukların haberleri gelmeye başlarsa, devletin çıkıp “evet, bunlar bizim yaptığımız aşılardan olmuştur” diyeceğini sananlar da yanılmaktadır?
Asemptomatik Bulaş ve Bordetella Pertussis (Boğmaca) Bakterisinin Yeniden Ortaya Çıkışı
Giriş: (Ağırlıklı olarak ‘Bordetella pertussis’ bakterisi ile enfeksiyon sonucu oluşmuş) boğmaca vakalarında son yıllarda gözlenen artış, altında yatan mekanizmayı anlamaya çalışan sağlık uzmanları ve bilim adamlarını zor durumda bırakmaktadır. Boğmacanın yeniden ortaya çıkışını açıklamak için 3 ana hipotez öne sürülmüştür:
1- Aşı ya da doğal yolla elde edilmiş koruyucu bağışıklığın etkisinin zaman içinde zayıflaması.
2- B. Pertussis bakterisinin yaratılmaya çalışılan koruyucu bağışıklıktan sıyrılabilmek için zaman içinde evrim geçirmiş olması.
3- Aşı kapsayıcılığının yetersiz kalması.
Son dönemde yapılan araştırmalar 4. bir mekanizmayı daha ortaya çıkarmıştır:kullanımdaki ‘aselüler’ B. Pertussis aşılarını olmuş bireylerden çevreye asemptomatik bulaşma.
Metodlar: Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Birleşik Krallık’ta (BK) görülen vakalar için damlacık analizi, Amerika’dan izole edilmiş 36 klinik B. Pertussis vakası için de filodinamik analiz tekniği kullanılarak, B. Pertussis bakterisinin asemptomatik (belirti vermeden) bulaştığını destekleyen kanıtlar elde edilmiştir. Bunun akabinde bu bulgunun klinik, epidemiyolojik ve toplum sağlığı açısından doğurabileceği sonuçlar matematik modellemeyle incelenmiştir.
Araştırmadan şu sonuçlar elde edilmiştir:
1- Amerika ve İngiltere’de gözlenen yaşa özel atak oranlarındaki değişimlerin zamanlaması, asemptomatik bulaşla tutarlılık göstermektedir.
2- Amerika’da görülen vaka serisini incelemede kullanılan filodinamik analiz, bakteri popülasyonunun genelinde, gözlenen enfeksiyon sayısının bakılarak yapılacak tahmini orandan daha yüksek oranda bir genetik çeşitliliğe işaret etmektedir, bu da asemptomatik bulaş ile uyuşan bir neticedir.
3- Asemptomatik enfeksiyonlar, aşının B. Pertussis görülmeyen haftalardan yola çıkılarak yapılan etkinlik değerlendirmelerinde sonuçların yanlı olmasına neden olabilir.
4- B. Pertussis insidansında gözlemlenen artış, asemptomatik bulaşla açıklanabilir.
5- Henüz aşılanamayacak kadar küçük bebekleri, “kozalama” denilen ve bebeğe yakın temasta olan bireyleri aşılamak suretiyle korumaya çalışma yöntemi fayda vermeyebilir.
Yorumlar: Bahsi geçen diğer mekanizmaların da rolü yadsınmamakla birlikte, asemptomatik bulaş, B. Pertussis’in (boğmacanın) Amerika ve İngiltere’de yeniden baş göstermesiyle ilgili gözlemleri en iyi açıklayan mekanizma olarak öne çıkmaktadır. Elde edilen bu sonuçlarınyürürlükteki B. Pertussis (boğmaca) aşı politikalarına önemli implikasyonları olmasının yanı sıra, sürü bağışıklığı (toplumsal bağışıklık) oluşturma ve B. Pertussis’in (boğmacanın) eliminasyonu (ortadan kaldırılması) senaryosunu da güçleştirmektedir.[7]
Bir profesörün feryadı: kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşılaması derhal askıya alınmalıdır!
Amerika’da bağımsız medyada, günlerdir meşhur CDC (Center for Disease Control and Prevention=Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi) tarafından çocukluk çağında mecburi olarak uygulanan MMR (KKK=Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak) aşısının, çocuklarda otizm görülme sıklığını kat kat arttırdığı yazılıyordu.[8]
Bağımsız medyada diyorum! Çünkü geçen yıl Taksim’den günlerce canlı yayın yapıp da, Ferguson’daki Gezi benzeri olayları görmezden gelen meşhur CNN ve diğerleri bahsettiğim haberi de görmezden geliyordu.[9]
İlginç tevafuk(!); sağlık ile ilgili haberlerin cılkını çıkaran necip Türk matbuatında da bu konu ile ilgili bir satır yer almıyordu.[10]
Ancak, mağdurlar konudan elbette haberdar bulunuyordu. Aşıların Snowden’i diyebileceğimiz CDC’nin kıdemli bilim adamı Dr. William Thompson tarafından MMR aşısının çocuklarda otizm gelişmesi riskini arttırdığına dair verilerin gizlendiği ifşa ediliyordu. Hâlbuki 2004 yılında Pediatrics’te yayınladıkları çalışma aşıların güya güvenli olduğuna dair en önemli referans olarak gösteriliyordu.
Hekim arkadaşlarımızın insan sağlığı için çalıştığından maalesef hiç şüphe etmedikleri CDC’nin, hâlâ ilgili dokümanları Amerikan Kongresi’ne teslim etmemesi ise dikkat çekiyordu.[11]
Hemen ardından, CDC’nin konuyla ilgili verilerini yeniden değerlendiren Dr. Hooker’in çalışması da MMR aşısının otizm gelişme riskini arttırdığını gösteriyordu.[12]
Beyninizdeki gri hücreler arası bağlantıların iyice açılması için bir dipnot daha vermek istiyorum; CDC’nin o dönemdeki aşı bölümü patronu Dr. Julie Gerberding şu anda en büyük aşı üreticisi olan Merck’te çalışıyordu.[13]
MMR aşısındaki kızamık virüsünün yol açabileceği risklere ve ülkemizde milli aşı üretilmesi için neler yapılması gerektiğine daha önce elimden geldiğince dikkat çekmiştim.[14]
Kanaatimce, Sağlık Bakanlığı derhal MMR aşısı uygulamasını askıya almalı, üyelerinin üçte biri ticari firmaların temsilcisi olan[15] ‘Aşı Bilim Kurulu’nu gözden geçirmeli, her biri bir immünolojik deney olan 46 dozluk çocukluk çağı aşı takvimini mecburi olmaktan çıkarmalı, İngiltere’deki gibi tavsiye niteliğinde uygulamaya geçmelidir. MMR aşısı askıya alındığı takdirde oluşabilecek yegâne sorun; bütün anne adayları çocukken aşılandığı ve ‘tabii’ kızamık geçirmediği için dolaşımlarındaki kızamık antikorlarının çok düşük olması ve bu sebeple, doğurdukları bebeklerin bir yaşına kadar kızamığı ağır geçirme risklerinin olmasıdır. Bu sorun A vitamini ve gerekirse IVIG uygulanması ile aşılabilir. Bu vesile ile vücuda zerk edildikten sonra geri alınması imkânsız olan, antidotu-panzehiri olmayan biyoaktif materyalin muhtemel zararları konusunda millet ve memleketimizin âli menfaatleri açısından herkesi uyanık olmaya davet ediyorum.[16]
Bir bilim adamının uyarıları: Zika Virüs ve Rockefeller Tıbbı!
Çocukluk çağında uygulanan aşılar ile ilgili mantıksızlıkları araştırdıkça, İngilizce literatürde neler olduğunu anladıkça, millet ve memleketim için daha çok çalışmam ve daha çok yazı yazmam gerektiği kanaatim güçlenmektedir. Günümüzde uygulanan, öğretilen tıbbın delile dayalı tıp (evidence-based medicine) denilir ki, bazı akl-ı evveller buna ortodoks tıp diyor (Latincede ortho dikine, doğru; hetero diğer anlamına geldiğine göre) işlerine gelmeyen bilgi ve uygulamalara heterodoks tıp demekle kendilerini haklı göstermeye çalışıyorlar. Meğer Ortodoks tıbbın mucidi de Rockefeller ailesi değil mi imiş?
Ortaya çıkan zikavirüs olayını biraz kurcalayınca bu uçuk(!) hikâyelerin aslında uçuk olmadığını, karşımızda acayip bir sistemin bulunduğunu naçizane duyurmak isterim. Ahmet Rasim hocanın konu ile ilgili ve ilginç bağlantıları fâş eden yazısına bıraktığım yorumda “Neden son on yıldır Kırım-Kongo gibi daha önce adını bile duymadığımız garip hastalıklar peydah oluyor ve neden bu hastalıkların etkenleri daha önce laboratuarlarda üretiliyor ve üzerlerinde çalışılıyor durumda?” sualini tevcih etmiştim. Nitekim bugün yayınlanan “Zikavirüsü kimin?” başlıklı yazıda açıkça zikavirüs patentinin (bu da ne demekse ve de nasıl kâbil olabiliyorsa!?) ilaç imparatoru da denilen (küresel-Siyonist sömürü sermayesi baronlarından) Rockefeller Foundation’a ait olduğu kaynak gösterilerek belirtilmiştir.
Zikavirüs neden mühimdir?
Çünkü (Amerikan Enfeksiyon Hastalıkları Müdürlüğü) CDC’nin; (Ahmet Rasim hoca gibi, ben de bu CDC’ye komedi merkezi demek istiyorum) haftalık ölüm ve hastalık raporunda (MMWR), bu virüsün hamile kadınlara bulaştığında fetüste mikrosefaliye (başın ve dolayısı ile beynin küçüklüğü ile kendini gösteren çok ağır bir doğum anomalisi) yol açtığı iddia ediliyor. Fakat bu rapor çok garip doğrusu; Brezilya’da 2015 yılında 35 (otuz beş) adet annenin hamileliği esnasında virüsün tesbit edildiği yerlerde bulunduğu bilinen mikrosefali vakası belirlenmiş, virüsün varlığı ve bebeklerin gerçekten miksrosefalik olup olmadıkları (erken doğum sebebi ile) belirtilmiyor. Hani 4000’den fazla zikavirüslü ve mikrosefalili bebek vardı? Zika ve mikrosefali konusunda Dr. Jason Tetro’nun bu durumun tesadüfi olabileceği yorumu daha makul görünüyor. Meşhur tıp kütüphanesi pubmede “zika” yazdığınızda çok az sayıda yazı olduğunu, bunların sadece 10 kadarının bu virüs hakkında derleme makalesi olduğunu, dişe dokunur tek yazının ise Edward B. Hayes tarafından kaleme alınmış olan “Afrika dışında Zikavirüs” makalesi olduğunu görüyoruz. Makaleyi okuduğumuzda, yazarın bu konuda muhtemelen en önemli kişi olduğunu, virüsün ise 1942’de maymunlarda tesbit edildiğini, sarıhumma ve deng gibi bilhassa Amerika kıtasında önemli hastalıklar yapabilen virüslerden olduğunu, tıpkı bu hastalıklarda olduğu gibi sivrisineklerle taşındığını (tahtakurusu örneğimi hatırladınız mı, enfeksiyoncu biraderler?), insanlarda ilk defa 1970’lerde Nijerya’da tesbit edildiğini, hafif bir ateşli hastalık yaptığını belirtiyor. Gebelikle ilgili bir bilgi verilmemiş. Yaklaşık yetmiş yıldır bilinen bir virüs (hastalık değil!) ve birden salgın yapıyor, mikrosefali yaptığı iddia ediliyor, Allah Allah… Nedense aklıma aşıların maymun dokularında üretildiği, bu aşıların da tam da o dönemlerde gariban Afrikalılarda denendiği, gelmiş geçmiş en büyük aşı geliştirici Dr. Maurice Hilleman’ın, aşılardaki kanser müsebbibi SV40 virüsü kontaminasyonu geliverdi. Çocuk immünologu ne anlar bunlardan canııım!
Bu yazıyı yazmak için Dr. Hayes’a mail gönderdim, fakat teslim edilemedi mesajı aldım, Google amcaya sorduğumda maatteessüf acı haberi aldım, adamcağız 9 Mayıs 2013’te daha 57 yaşında kalp krizinden vefat etmemiş miydi? Yine maatteessüf başka bir şey bulmak da mümkün değildi. Gelelim neticeye; Ben size mikrobiyolog ve enfeksiyonculara gözümüz gibi bakmamız gerektiğini, aşıların ne kadar önemli olduğunu söylememiş miydim!?
Aşılar tartışılmalıdır!                              
Türkiye’de ailelerin bebek ve çocuk aşılarına karşı giderek artan kuşkucu yaklaşımı ile birlikte aşısız çocuk sayısındaki tırmanış, başta sağlık uzmanları olmak üzere pozitif düşünceyi temsil eden aydınların çoğunu, aşı savunması cephesinde birleştiriyordu. Oysa kuşkusuz iyi niyetli bu kişilerin, ‘aşı yararlıdır’ kesinliğinin arkasında cepheleşmesi; aşı karşıtlarının ‘zararlıdır’ fikrini sağlam gerekçelere dayandırmadan benimsemesi kadar yanlış bulunuyordu. Çünkü herhangi bir konuda kuşkuyu elinin tersiyle itip sorgulamayı reddetmek rasyonel değildir, dolayısıyla bilimsel gerçekliği de olamazdı. Bilimsel mantık her şeyi, yeni verilerin ışığında her zaman yeniden sorgulamayı gerektirirdi ve zaten böyle ilerlerdi.
Türkiye’deki aşı karşıtlığı, dünyanın her yanında artıyordu!
Fransa’da, hükümetin Dünya Sağlık Örgütü ve AB’nin kararlarına uyarak çocuklara zorunlu yapılan 3 aşıyı 2018 başından beri 11’e çıkarması, halen grevlerden daha derin ve kalıcı bir muhalif hareket yarattı, giderek de yayılıyor. Le Point dergisinin yayımladığı bir kamuoyu yoklaması, Fransız halkının yüzde 41’inin aşı olgusuna tümden karşı olduğunu gösteriyor. Ama aşıya karşı olmayanlar bile, çocuğuna 11 zorunlu aşı yaptırmaya razı değil. Her gün bir olay var ve hükümetin aldığı karar, henüz uygulamaya konulamadı; bu gidişle de hiç kolay olmayacak gibi görünüyor.
Direnişçiler örgütleniyor, hükümet AB’deki ilaç lobilerine teslim olmakla suçlanıyor, parlamenterlere mektuplar yazılıyor, Sağlık Bakanlığı’na davalar açılıyor. Zorunlu aşı sayısının arttırılmasına itiraz edenlerin başında, genel sağlık hekimleri var. Uzman hekimler ise ikiye ayrılmış durumda, kamusal alanda çok sert tartışmalar içine girdiler. Ancak her geçen gün zorunlu aşıları savunanların işi zorlaşıyor, çünkü aşırı sayıda aşının zararını vurgulayan cephe, bugüne kadar adı geçtiğinde ayağa kalkıp selam durdukları, şimdiyse yerden yere vurdukları tıp otoritelerinin katılımıyla genişliyor. Bunlardan biri, immün sistem virüsü keşfiyle Nobel ödülü alan virolog Prof. Dr. Luc Montaigner. Bir diğeri, kanserle mücadelede ulusal madalyalı Prof. Dr. Henri Joyeux. Bu ikili, ‘Aklıselime çağrı’ başlığı altında bir bildiri yayımladı.
“Aşıya karşı değiliz. 2 yaşından küçük çocukların çok sayıda ve sistematik olarak aşılanmasına karşıyız” açıklamasıyla başlayan metinde, Hepatit B aşısının sadece ebeveynlerden birinin virüs taşıyıcı olması şartıyla ve ergenlik sonrası yaşadığı ya da çalıştığı ortam risk taşıyorsa, 15 yaşından sonra yapılması gerektiği vurgulanıyordu. Menengogok ile kızamık aşısı gibi bazı aşıların da ancak salgın durumunda uygulanması savunuluyordu.
Aşılardaki nörotoksik alüminyum katkısı yerine kalsiyum fosfat kullanılması öneriliyordu.
İlaç sanayisini rant iştahıyla suçlayan ve bazılarının yararsızlığı kanıtlanmış aşırı sayıda aşı yapmanın göz ardı edilemeyecek risklerini sıralayan bu çok ayrıntılı bildiriyi, yarıya yakını doktor olan, 8 bin kişi imzalamış bulunuyordu. Le Parisien gazetesi, Fransız Sağlık Bakanlığı’nın bir araştırma ekibine gizlice ısmarladığı aşılardaki alüminyum raporunu ele geçirip yayımlıyordu. Sonuçlar dehşet vericiydi: Evet, alüminyum böbrek, karaciğer, dalak ve pankreasta birikerek kana karışıyor, beyne gidiyor. Dolayısıyla çok vahim otoimmün ve nörolojik hastalıklara yol açabiliyordu. Sizin anlayacağınız, aşılar tartışma dışı bırakılamaz ve aşırı aşılamadan kaçınmak, ilk ihtiyat önlemi. Ama asıl yapılması gereken, alüminyumsuz aşı üretimi oluyordu. Bu ihtiyatın karşılığı, ‘aşıların sağladığı koruma, taşıdıkları riskten çok daha fazla’ gerekçesi olamazdı. Hayat piyango olabilir, ama hiçbir çocuğa risk bileti kesilmemesi gerekiyordu.[17]
Değerli bilim adamımız ve yakından tanıdığımız Ahmet Rasim Küçükusta, ilgili ve yetkili mercileri şöyle uyarmaktaydı: Aşı sayısı arttıkça bebek ölümleri azalmayıp, artmaktadır!
Bu yazımı bilim yobazlarına inat "Aşılar tartışılmalıdır" diyen Mine G. Kırıkkanat'a ithaf ediyorum.
Aşı sayısı arttıkça hastalıkların ve bunlara bağlı komplikasyon ve ölümlerin azalacağı düşünülebilir. Ama bunun doğru olmayabileceğini gösteren, “endüstri ile menfaat münasebeti olmayan bağımsız uzmanlar tarafından” gerçekleştirilen önemli bir araştırma vardır. USA kişi başına en çok sağlık harcamasını yapan ve 1 yaşından küçük bebeklere 26 aşı yapılan tek ülke olmakla beraber, daha az aşı uygulanan 33 ülkede “bebek ölüm oranları (IMR)” USA’dan daha düşük bulunmaktadır. USA’da 2 yaşına kadar 14 etkene ait toplam 26 doz, 6 yaşına kadar toplam 49 doz, 18 yaşına kadar ise, 16 etkene ait aşılardan toplam 69 doz uygulanmaktadır. IMR; Singapur ve İsveç’te, USA’dakinin yarısından azdır. Japonya’da 2.80’in de altındadır ve CDC’ye göre USA’da durum daha da kötüleşmeye başlamıştır.
“Çok aşı daha az bebek ölümü demek” yanlıştır!
2009’da; 34 ülke içinde en düşük IMR sahip olan beş ülkede 1 yaşına kadar sadece 12 doz aşı yapılmakta iken, bu oran USA’da 26’dır. Enfeksiyonlardan korunmada esas önemli olan temiz su, kanalizasyon, hijyen, uygun beslenme ve sağlık kuruluşlarına erişim gibi faktörlerdir. Gambia’da bebeklik çağında 22 doz aşı yüzde 91-97 oranında uygulanmasına karşılık, IMR’nin 68.8 ve 22 doz aşının yüzde 95-98 oranında uygulandığı Moğolistan’da 39.9 olması, tek başına aşılamanın IMR’ye etkisinin olmadığını gösterir. Ani bebek ölümü sendromu (SIDS) ile aşılar arasında herhangi bir korelasyon olmadığını bildiren araştırmalar da bulunmakla beraber, bazı bebeklerin SIDS’a daha duyarlı olabileceği sonucuna varan araştırmalar nedense gizlenmektedir. Bu bilgiler, çocuk sağlığı ve ülkelerin genel gelişmişliğini gösteren en önemli ölçülerden biri olan bebek ölüm oranlarının (IMR), aşılama ile doğrudan bir ilişkisi olmadığının, hatta aşı sayısını artırmanın faydadan ziyade, zarar getirebileceğinin açık ve net bir göstergesidir.
Daha çok aşı daha iyi koruma sağlamamaktadır!
Daha çok aşı yapılmasının daha fazla koruma anlamına gelmediği, her sene grip aşısı yaptıranların, beş senede bir yaptıranlara göre gribe daha çok yakalandıkları, iki sene arka arkaya grip aşısı olanlarda aşının etkinliğinin azaldığı da biliniyordu. Hatta grip aşılarının bir pandemi çıktığında bırakın koruyucu olmasını, daha “ölümcül grip vakalarına” yol açabileceği (Kanada fenomeni) de hem epidemiyolojik hem laboratuvar araştırmalarıyla gösteriliyordu. Ünlü CIDRAP raporunda, CDC’nin 6 aylıktan büyük çocuklara her sene yapılmasını tavsiye ettiği grip aşılarının, 2 yaşından küçüklerde etkili olduğunu gösteren yeterli veri olmadığı bildiriliyordu. Randomize kontrollü araştırmalar grip aşılarının çocuk astımlılarda da işe yaramadığı gibi astım krizlerini artırabileceğini de gözler önüne seriyordu.
Çocukluk çağının tabii enfeksiyonları birçok hastalığa karşı doğal koruma oluşturmaktadır
Çocukluk çağında geçirilen enfeksiyonların bağışıklık sisteminin güçlenmesinde önemli rolü olduğunu, mikroplarla daha az karşılaşılmasının başka hastalıkların riskini artırabileceğini gösteren pek çok araştırma bulunuyor. Hijyen teorisine göre çocukluk çağında geçirilen enfeksiyonlar bağışıklığı kuvvetlendirerek astım, egzama, saman nezlesi gibi alerjik hastalıklara ve akut lenfoblastik lösemiye karşı koruma sağlıyor. Çocukken kızamık ve kabakulak geçiren erkeklerde kalp krizi yüzde 29, inme ise yüzde 17 daha az görülüyor. Her iki enfeksiyonu geçiren kadınlarda ise kalp krizlerine yüzde 17, inmelere ise yüzde 16 daha az rastlanıyor. Epidemiyolojik olarak kabakulak geçiren kız çocuklarında yumurtalık kanserinin daha az görüldüğü biliniyor. Yeni bir araştırmada bu korumanın iltihaplı tükürük bezinde kanserle ilişkili MUC-1 antijenine karşı oluşan antikorlarla ilgili olduğu gösteriliyor.
Netice olarak: Prof. Dr. Alişan Yıldıran diyor ki: “Basit bir çocukluk çağı hastalığı olan suçiçeği için aşı yapmak anlamsız ve üstelik tehlikelidir (vaccine virus shedding). Suçiçeği insanlarda hastalık yapan en önemli virüs ailesi olan herpesvirüslere karşı heterosubtipik immünite (çapraz bağışıklık da diyebiliriz) temin eder, bunun için adölesan çağından önce natürel olarak geçirilmiş olması gerekir. Bu tabii avantaj; adı geçen aşının yapılması, yani insan eli ile yok edilmektedir, diğer mahzurları ise cabası!”
Biz aşıya karşı değiliz. Ancak 2 yaşından küçük çocukların çok sayıda ve sistematik olarak aşılanmasına karşıyız!
İmmün sistem virüsü keşfiyle Nobel ödülü alan virolog Prof. Dr. Luc Montaigner ve kanserle mücadelede ulusal madalyalı Prof. Dr. Henri Joyeux’un ‘Aklıselime çağrı’ başlığı altında yayınladıkları bildiri şu sözlerle başlıyor: “Aşıya karşı değiliz. 2 yaşından küçük çocukların çok sayıda ve sistematik olarak aşılanmasına karşıyız”.
İlaç sanayisini rant iştahıyla suçlayan ve bazılarının yararsızlığı kanıtlanmış aşırı sayıda aşı yapmanın göz ardı edilemeyecek risklerini sıralayan bu bildiriyi, yarıya yakını doktor olan, 8 bin kişi imzalamış bulunuyor. Bu kanaat, sadece bu ikiliye ait olmayıp başka bilim adamı ve hekimler tarafından genel tıp bilgileri ve bilimsel araştırmalara dayanılarak dile getirilen, bilimsel ve halk sağlığını gözeten bir görüştür ve ben de bu görüşü destekliyorum. Bu görüş, “Aşıların tartışılmasını önleyerek” çıkaracakları her yeni aşının “çatlak bir ses çıkmadan” yaygın “tüketimini” sağlamak amacındaki aşı endüstrisinin tüylerini diken diken ediyor, asabını bozuyor. Bu ifadeden, çocuklara “hiçbir aşı yapılmasın” veya “aşılar zararlıdır” şeklinde bir sonuç çıkaran endüstrinin yaptığı “öküz altında buzağı aramaktan” başka bir şey değildir! Bu sözler, çocuklara her geçen sene daha çok aşı yapılması ve bunların da bilhassa 2 yaşından önce uygulanmasının yaratacağı risklerden duyulan “endişeyi” dile getirmektedir.
Bu endişenin bilimsel temelleri ve gerekçeleri de şunlardır:
Bir: Yeni doğan ve süt çocuklarının (2 yaş altı) bağışıklık sistem özellikleri, aşılara ve çoklu aşı uygulamalarına verdikleri cevap ile ilgili araştırma ve bilgiler oldukça sınırlı ve kifayetsizdir. Bu sebeple de bu küçük çocuklara her çıkan yeni aşının yapılmasının emniyeti belli değildir.
İki: Aşılama konusunda en önemli uzmanlardan biri olan Siegrist, mevcut aşıların antikor bağımlı ve kısa süreli koruma sağlayabileceğini, bağışıklık sistemi ve sağlık üzerine uzun dönemdeki etkilerinin bilinmediğini belirtmektedir. Aşı sayısı arttıkça aşıyla ilgili riskler de artıverecektir.
Üç: Sinir sistemi matürasyonunu ancak iki yaşında tamamlar (yürüme ve konuşma ancak bundan sonra mümkün olmaktadır), gelişimine daha sonra da devam edecektir. Bu bakımdan aşıların sinir sistemi üzerindeki muhtemel oto-immün etkileri göz ardı edilmemelidir.
Dört: Birçok kronik enflamatuar hastalığın ortaya çıkmasında çok önemli rolü olduğu son senelerde anlaşılan “mikrobiyomun” (bağırsak mikrobiyotasının) erken çocukluk döneminde uygulanan aşılardan nasıl etkilendiği ve giderek sayıları artan aşıların riskleri de henüz bilinmemektedir. Bu bilgilerin artmasıyla bugünkü aşılama uygulamalarının ciddi şekilde değişikliğe uğraması kuvvetle muhtemeldir.
Beş: “Aşı sayısını artırmanın potansiyel risklerinin” çok iyi değerlendirilmesi gerektiğini savunan Çocuk İmmünoloji-Alerji Uzmanı Prof. Dr. Alişan Yıldıran da diyor ki:
“Çocukluk çağında bilhassa hayatın ilk iki yılındaki bir bebeğe aşı uygulandığında nasıl bir immünolojik cevap alınacağı, bu uygulamanın kısa ve uzun vadeli yan etkilerinin ne olacağı, doğumdan sonra gelişimi devam eden immün sistem, sinir sistemi ve mikrobiom üzerine ne gibi etkileri olacağı konusunda hemen hiç bilgimiz yoktur. Bunlar hakkında yeterli bilgi olduğu, uygulanmakta olan aşıların maksadı hâsıl ederken zarar verip vermediği de meçhuldür”.
Altı: Çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Ahmet Aydın da “Otizme Çözüm Var”isimli kitabında şunları söylemektedir:
“Kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşısı timerosal içermese de otizme neden olabilir. Bunun temel nedeni otizme eğilimi olan çocuğun bağışıklık sisteminde olan yetersizlik halidir. Normalde bağırsaktaki faydalı mikroplar (probiyotikler) Th1 adı verilen bağışıklık hücrelerinin yolunu uyarır. Bu yolun uyarılması mantarlar ve virüslerin vücuttan uzaklaştırılmasını sağlar. Sezaryen doğum, anne sütünün kullanılmaması, doğal olmayan katkılı gıdaların aşırı tüketilmesi, ekşimeyen yoğurtların ve kaymak bağlamayan pastörize ya da UHT teknolojisiyle üretilmiş sütlerin tüketilmesi, geleneksel fermente gıdaların (kefir, yoğurt, turşu, sirke vb) az tüketilmesi ve sık antibiyotik kullanılması bağırsaktaki faydalı mikrop düzenini büyük ölçüde alt üst eder. Bu sırada Th2 yolu ise aşırı uyarılır; sonuçta bağırsak geçirgenliği artar, bazı maddeler bağırsaktan kana sindirilmeden geçer. Vücut tarafından düşman olarak algılanan bu maddeler bağışıklık sistemi tarafından tahrip edilir. Bu sırada sağlam dokular da bundan zarar görür. Astım, egzama, tiroidit ve çeşitli otoimmün hastalıklar oluşur. Th1 yolunun yetersiz uyarılması halinde vücut mantarlar ve virüsler ile gereği gibi mücadele edemez. Bu nedenle Kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşısındaki 3 canlı virüs ile birden baş edemez. Yine aynı nedenden dolayı otistik çocuklarda mantar enfeksiyonları ve alerjik hastalıklar sıktır. Bu nedenle kızamık aşısı tek olarak yapılmalıdır. Kızamıkçık ve kabakulak hastalıkları hafif geçirildiği için bu hastalıklara karşı aşılanma gerekmez. Ama maalesef piyasada artık kızamık aşısı tek olarak bulunmamaktadır. Hayatın ilk 2-3 haftası içinde sağlıklı bir floranın oluşmaması bebeğin bağışıklık sistemini ciddi şekilde etkiler. Bu tip bebeklerin (özellikle sezaryen ile doğanların) bağışıklık sistemi standart aşılama programına uygun değildir ve ciddi sorunlara yol açabilir. Hâlbuki sağlıklı florası olan çocuklarda önemli bir sorun olmaz.”
Belli bir risk yoksa 2 yaşına kadar hiç aşı yapmamak en iyisidir.
Ama eğer anne Hepatit B taşıyıcısı ise bu süre içinde aşısı yapılmalıdır. Ayrıca yakın çevrede boğmaca, kızamık ve çocuk felci gibi aşıyla önlenebilen bir hastalık salgını varsa bu aşılar mutlaka iki yaşından önce yapılmalıdır.
Yedi: Sayısız araştırma ve vaka bildirilerinde aşılamadan sonra artrit, vaskülit, ensefalit, nöropati ve demiyelinasyon başta olmak üzere oto-antikor ve oto-immün fenomenlerin görüldüğü iyi bilinir ama illiyet kriterleri maalesef iyi tanımlanmış değildir. Bununla beraber, oto-immüniteyi tetikleyen faktörlerin başında enfeksiyon ajanları gelir ve aşılarda bulunan ajanlara ait antijenler “molecular mimicry”, “epitope spreading”, “bystander activation” ve “polyclonal activation” gibi benzer mekanizmalarla oto-immüniteye yol açabilirler. İmmün sistemi uyarmak için kullanılan adjuvanlar, bir dizi geni, antijen sunan hücrelerin göçünü modüle edebilir ve PAMPS gibi molekülleri spesifik olarak taklit ederek “innate” ve “adaptif immün cevapları” artırabilir.
Aşılarda bulunan adjuvanlarla ilgili olarak ortaya çıkan oto-immün sendromlar bilimsel literatürde ASIA yani "Autoimmune (Auto-inflammatory) Syndrome Induced by Adjuvants" adıyla tanımlanmıştır. Aşılar hipersensitivite, enfeksiyon indüksiyonu ve oto-immüniteye yol açabilirler, bunlar ağır ve hatta ölümcül de olabilir. Aşılama sonrası oto-immün fenomenlerin nadir olmaları ve subakut ortaya çıkmaları sebebiyle illiyeti göstermek zordur. Ayrıca, aşılama ve oto-immünite arasındaki latent dönem günler-seneler arasında değişir. Aşılarda bulunan katkı maddeleri listesine bakmak da yeterli fikir verecektir.
Sekiz: USA’da Yüksek Mahkeme (Supreme Court) 2011’de aşıları ‘Kaçınılmaz Olarak Emniyetsiz’ (Unavoidably Unsafe) ilan etmiş, aşıdan zarar gördüğünü iddia eden bir kimsenin “üreticiye karşı dava açamayacağına” ve aşıların sebep olabileceği risklerin tamamen aileler tarafından üstlenilmesi gerektiğine karar vermiştir.
Buna karşılık Avrupa Birliği Adalet Divanı, mahkemelerin aralarındaki ilişkiyi teyit eden bilimsel deliller olmadan da aşıların bir hastalığın sebebi olabileceği iddialarını dikkate almalarına hükmetti. Avrupa Birliği’nin bu en yüksek yargı kurumu, bir kişinin hastalığının aşıdan kısa süre sonra ortaya çıkması ve daha önce sağlıklı olması, ailesinde böyle bir hastalık olmaması ve yeteri kadar benzeri vaka bulunmasını, aşıları suçlamak için yeterli olacağını bildirmektedir.
Dokuz: Halk sağlığı hocalarından Prof. Dr. Gazanfer Aksakoğlu’nun “Uluslararası sermaye ve bağışıklama pazarı” başlıklı makalesini de bir kere daha hatırlatıyorum: “Bağışıklama da, aşı üretimi de devletin elinden ve kamu görevi olmaktan çıkarıldı, sermayeye teslim edilerek tatlı kârlar için yatırım aracına dönüştürüldü. Artık bebeklerin ve erişkinlerin bağışıklanmaları üzerinde kişisel, kurumsal ve sınıfsal çatışmalar, uluslararası sermayenin kanlı çıkar oyunları yer alıyor”.
On: 1985’te CDC tarafından tavsiye edilen aşıların maliyeti 80 dolar iken, bugün neredeyse 30 misli aratarak 2200 dolara yükselmiştir. BBC’nin bir haberinde Avrupa Parlamentosu’na sunulan bir rapor, bir çocuk için tam bir aşı paketinin fiyatının 2001 ile 2014 arasında 68 kat arttığını bildirmiştir.
On Bir: 2004’te, aşılar ile ilgili en muteber dergi olan Vaccine’de yayınlanan makalede, toplumsal aşılama ile ilgili belirlenen 7 ilkeden birincisinin ‘toplumsal sağlığı tehdit eden hastalıkların hedef alınması’ olduğunu bildirmiştir.
Buna göre, mortalitenin yani ölüm oranının yüzde 0.12’den yüksek olması gerekmektedir ki çocuk aşı takvimindeki aşıların çoğu bu ilkeye terstir.
On İki: Yale ve Pennsylvania State Tıp Fakülteleri uzmanlarınca gerçekleştirilen araştırmada bazı beyin hastalıklarının başlangıcının bir grup çocukta daha önce yapılan aşıların zamanlamasıyla ilgili olabileceği tespit edilmiştir. 6-15 yaş arasındaki çocuklara ait beş senelik sağlık sigortası verilerinden yararlanılarak yapılan çalışmada bazı nöro-psikiyatrik hastalıkların teşhisinin 3-12 ay önce aşı yapılan çocuklarda aşı yapılmayanlara nazaran daha fazla olduğu belirlenmiştir. Analizlerde, aşılanan çocuklarda anoreksiya nervosa teşhisi aşılanmayan çocuklara oranla yüzde 80 ve obsesif kompülsif hastalık teşhisi yüzde 25 fazla bulundu. Aşı yapılan çocuklarda anksiyete hastalığı ve tik hastalığı riski de aşılanmayanlara göre daha yüksekti. Beklenildiği gibi, açık yara ve kemik kırığı ile aşılamalar arasında herhangi bir ilişki bulunmazken yeni majör depresyon, bipolar hastalık veya DEHH arasında da bir ilişki ortaya konamadı. Bu tür, aşıların (veya ilaçların veya diğer tıbbi müdahalelerin) birtakım olumsuzlukları olabileceğini ortaya koyan araştırmalar bilim dünyasında genelde görmezden gelinmeye çalışılır, medyada haber olarak pek yer almaz. Tam tersi bir sonuç çıkmış olsaydı araştırma medyada yüzlerce habere konu olurdu.
On Üç: Aşı sayısı arttıkça hastalıkların ve bunlara bağlı komplikasyon ve ölümlerin azalacağı düşünülebilir, ama bunun doğru olmayabileceğini gösteren, “endüstri ile menfaat münasebeti olmayan bağımsız uzmanlar tarafından” gerçekleştirilen önemli bir araştırma vardır. USA kişi başına en çok sağlık harcamasını yapan ve 1 yaşından küçük bebeklere 26 aşı yapılan tek ülke olmakla beraber, daha az aşı uygulanan 33 ülkede “bebek ölüm oranları (IMR)” USA’dan daha düşüktür. USA’da 2 yaşına kadar 14 etkene ait toplam 26 doz, 6 yaşına kadar toplam 49 doz, 18 yaşına kadar ise 16 etkene ait aşılardan toplam 69 doz uygulanıyor. IMR, Singapur ve İsveç’te USA’dakinin yarısından azdır ve Japonya’da 2.80’in de altındadır. CDC’ye göre USA’da durum daha da kötüleşmektedir. Bu araştırmadan, daha çok aşının daha az bebek ölümü demek olmadığı sonucu ortaya çıkıyor.
On Dört: 2009’da 34 ülke içinde en düşük IMR sahip olan beş ülkede 1 yaşına kadar sadece 12 doz aşı yapılmakta iken bu oran USA’da 26’dır. Enfeksiyonlardan korunmada esas önemli olan temiz su, kanalizasyon, hijyen, uygun beslenme ve sağlık kuruluşlarına erişim gibi faktörlerdir. Gambia’da bebeklik çağında 22 doz aşı yüzde 91-97 oranında uygulanmasına karşılık IMR’nin 68.8 ve 22 doz aşının yüzde 95-98 oranında uygulandığı Moğolistan’da 39.9 olması, tek başına aşılamanın IMR’ye etkisinin olmadığını gösterir.
Ani bebek ölümü sendromu (SIDS) ile aşılar arasında herhangi bir korelasyon olmadığını bildiren araştırmalar bulunmakla beraber, bazı bebeklerin SIDS’a daha duyarlı olabileceği sonucuna varan araştırmalar da vardır. Bu bilgiler, çocuk sağlığı ve ülkelerin genel gelişmişliğini gösteren en önemli ölçülerden biri olan bebek ölüm oranlarının (IMR) aşılama ile doğrudan bir ilişkisi olmadığının, hatta aşı sayısını artırmanın faydadan ziyade zarar getirebileceğinin de bir göstergesidir.
On Beş: USA’da çocuklarda aşı takvimiyle ilgili soru ve endişelerin çığ gibi artması üzerine, kısa adı IOM olan Tıp Enstitüsü (The Childhood Immunization Schedule and Safety: Stakeholder Concerns, Scientific Evidence and Future) literatürde aşıların emniyeti ile ilgili bilimsel araştırmaları çok teferruatlı olarak değerlendirme ihtiyacı duymuş ve bunu 2013’te “The Childhood Immunization Schedule and Safety: Stakeholder Concerns, Scientific Evidence and Future Studies” adıyla yayınlamıştır. Bu rapor aşı takviminin “tartışılması” gerektiğini açık ve net olarak ortaya koymaktadır. IOM Komitesi 2003’ten o tarihe kadar 40 kadar yayın bulabilmiş ve bilimsel olarak aşı takviminin emniyeti ile alâkalı çok önemli boşluklar olduğunu bildirmiştir. Buna göre, aşılama takviminde yer alan aşıların sayısı, sıklığı, zamanlaması, sırası ve uygulama yaşı araştırmalarda sistematik olarak incelenmemiştir. CDC tarafından 6 yaşından önce tavsiye edilen aşıların sayısı ve zamanlamasının prematüre bebeklerde sağlık sorunlarına ve çocuklarda astım, atopi, alerji, otoimmünite, otizm, öğrenme hastalıkları, dikkat eksikliği, havale gibi kronik beyin ve bağışıklık sistemi hastalıklarına yol açıp açmadığı belirlenememiştir. Biyolojik olarak aşılara bağlı zarar ve ölüm riski yüksek olan duyarlı çocuklar için de çok sınırlı bilgi vardır.
On Altı: Kısa adı NVIC olan National Vaccine Information Center da bir bildiri yayınlayarak gelecekte aşılanan ve aşılanmayan çocuklardaki ve alternatif aşılama takvimi uygulananlardaki sağlık sonuçlarını da kapsayan federal aşılama politikalarının emniyetini değerlendirecek olan araştırmaların şeffaflığı, bağımsızlığı ve tekrarlanabilir olmasına vurgu yapmıştır. NVIC; hiç aşılanmamış çocuklarla, hükümetin tavsiyesi olan tüm aşıların yapılmış olduğu çocuklardaki sağlık sonuçlarını karşılaştıran hiçbir çalışma olmadığına da dikkat çekmektedir.
Gelelim neticeye:
a) Aşılar, sahtekârlıktan hükümlü, esas amacı daha çok kâr etmek olan ilaç endüstrisinin inisiyatifine teslim edilmeyecek kadar hayati ürünlerdir.
b) Aşılar hakkında birtakım endişelerini dile getiren bilim adamları aşılara değil bunların gereksiz olanlarına karşıdır ve küçük çocuklara yapılan ve sayıları her geçen gün artan aşılardan endişe duymaktadır.
c) Aşıların endikasyon, etkinlik ve emniyetleri ile ilgili meseleleri, gerekçeleri ve bilimsel kaynakları ile ortaya koyan bilim adamları endüstriyi dellendirmektedir.
d) Aşılar tartışılmamalıdır diyen, aşılarla ilgili her tenkidi aşı karşıtlığı ile suçlayan endüstri, yeni aşılarını istediği gibi dayatamama endişesindendir.
e) “Aşılar tartışılamaz-tartışılmamalıdır” sözünün arkasında halkın sağlığı değil, her çıkan yeni aşının tüm dünyaya zorunlu aşı olarak kabul ettirilmesi, ilaç şirketlerinin menfaati gereğidir.
f) Endüstrinin derdi asla kızamık, boğmaca salgını falan değildir, onların tüm kaygısı yeni aşılarına pazar üretmektir.
g) Kimsenin hiç itiraz etmediği aşıları örnek göstererek tüm aşıları aynı gereklilik, etkinlik ve emniyette göstermek yanlış ve üstelik de tehlikelidir: Bu, kurnaz tüccarların işidir.
h) Aşıları kategorik olarak desteklemek de karşı çıkmak da aynı şekilde yanlış ve tehlikelidir.
i) Her aşı, ticari bir ürün oldukları hakikati unutulmadan ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
j) Aşılar, tıpkı silahlar gibidir, stratejik ürünlerdir, bunları kendimiz üretmeliyiz. 30 sene öncesine kadar kendi aşımızı üretirken ve hatta başka memleketlere de ihraç ederken, neden bundan vazgeçtik veya vazgeçirildik?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder