29 Aralık 2018 Cumartesi

IMF (Uluslararası Para Fonu) NEDİR?

Gazete ve televizyon haberlerinde,  özellikle ekonomi  bültenlerinde adından  çok sık  bahsedilen  IMF'nin  (Uluslararası  Para Fonu) görünen yüzü ile  gizlenen yüzü  oldukça farklıdır. Kamuoyu  IMF'yi  çok zengin sermayeli  bir Banka ve dünya  çapında  bir finans kurumu  şeklinde tanımaktadır. Oysa  IMF'nin asıl işlevi ve özelliği "Aracı  kefalet  kurumu ve tefeci  komisyoncu" olmasıdır.  Şöyle ki,  kardeş  kuruluşu  olan ve Siyonist  sermayedarların sömürü  vasıtası olarak  çalışan Dünya Bankası gibi, Amerika'daki özel bankalar, geri  kalmış  fakir ülkelere dolar cinsinden  yüksek faizli  borç-kredi  verirler. Bu  borçların  yığılması ve bazı ülkelerin bunları faizi ile birlikte  ödemeye yanaşmaması  durumunda, gerekirse  askeri ve siyasi  yaptırımlar dahil,  her türlü  çareye  başvurarak, bu  borçları zorla tahsil edecek,  caydırıcı bir  devlet garantisine  ihtiyaç duyulmaktadır. İşte IMF, başta ABD bu süper güçlerin, borç  alan ülkeler hesabına, borç  veren Siyonist bankalara kefil  olması  ve buna karşılık  ayrıca, aracılık komisyonu alması  için,  oluşturulan bir garantör ve komisyon kuruluşudur. Daha açık bir ifade ile, ABD'nin, Siyonist sermayenin jandarmalığını yapmak üzere oluşturulmuştur.
a- Hem dünyanın  dengesi, barış  ve adaletin garantisi olan Osmanlıyı yıkmak
b- Hem  Amerika'daki  Siyonistlerin silah fabrikalarındaki üretimlerine  Pazar oluşturmak,
c- Hem dünyayı  daha  rahat  sömürecek iki kutuplu bir yapılanmaya  zorlamak,
d- Hem  de  savaşlar  sonucu  yıkılan  ülkelerin  yeniden  imar ve inşası  için gerekli  ihaleleri kazanıp,  ihtiyaç  duyulan  mallarını satmak gibi şeytani amaçlarla  başlatılan I. Ve II.  Dünya  Savaşlarından sonra, güya harpten  çıkan ülkelerin  yeniden toparlanması için muhtaç  olduğu kredileri sağlam" üzere  1944 yılında  Bretton Woods'ta  yapılan  toplantı  sonucu, Uluslararası  Para Fonu  (IMF) nun  kurulmasına  karar verildi.
Bu  sözde, insani ve iyiliksever görüntünün arkasında:
1- Bütün dünya  ülkelerini Siyonist  sermayeli büyük bankaların kredi  köleliğine  mecbur bırakmak  ve faiz kıskacında boğmak.
2- Doları, dünya  parası  haline getirip, milli  paraları geçersiz  ve değersiz kılmak.
3- Uluslararası  ticaretin, Siyonizmin kontrolünde  olmasını sağlamak.
4- Dünyadaki  Siyonist sermaye  saltanatına  ve ABD'nin  süper güç olarak dünya  muhtarlığına başkaldıracak  ve engel olacak milli  gelişmeleri  vaktinde bastırmak, gibi  amaçlar yatmaktadır.
Bilindiği gibi,  gelişmiş ülkelerin ve özellikle çok uluslu  Siyonist şirketlerin sermaye fazlalığı, buna  karşılık geri  kalmış veya gelişmekte  olan ülkelerin ise kredi  ihtiyacı vardır.  Bu yüzden  zengin ülkeler ve uluslararası finans  merkezleri,  yoksul  ülkelere faizli borç  ve kredi açmaktadır. Yani  para  ve sermaye satmaktadır. Ancak, zengin  ülkelerin ve özel  büyük  bankaların, fakir ülkelerden  alacağı birikip çoğaldıkça, bu  oranda  riskleri de artmaktadır. O nedenle, alacaklarını garanti  altına alacak,  uluslararası etkili kurumlara ve kurallara ihtiyaç vardır. Ve işte IMF bu  boşluğu doldurmakta,  borç  veren zengin ülkelerin vekili  ve temsilcisi  olarak devreye sokulmaktadır.  Artık alacaklı konumumda, IMF  bulunmaktadır.
Borçlu  ülkelerin ihraç  edeceği mallarını IMF'nin istediği fiyattan satacağına, borçlu ülkelerin milli para değerini düşürmek üzere  ne oranda devalüasyon yapacağına, borçların faizini  ve taksitini  ödemek üzere hangi  bankalardan ve hangi koşullarla ve ne  kadar yeni  borç  alacağına, memur ve işçi  maaşlarına ne kadar zam  yapılacağına,  yatırımların hangi sahalara  kaydırılacağına, artık IMF uzmanları karar  vermektedir. IMF bu  kararlara  karşı  çıkan  ve milli  politikalar  uygulamaya  kalkışan  siyasi  iktidarları da yıpratma ve devre  dışı bırakma imkanlarına  sahiptir.
Şahsi  iktidarlarının ve çıkarlarının hatırına, bazı ülke  yöneticileri, IMF'in  ve masonik merkezlerin talimatlarıyla,  yüksek  faizli  dış krediler alarak topluma geçici  bir rahatlama  sağlayıp,  uzun vadede ise  devleti ipotek altına  sokmaktan, yani  ülkenin  geleceğini satmaktan  sakınmazlar. Zengin  ülkelerden şartlı  kredi  alan ve devamlı biriken  faizlerle  birlikte  artık ödenemez  noktaya  ulaşan bu borçlar yüzünden, bir ülke artık kendi egemenlik haklarını  bile IMF'ye  danışarak  kullanmak zorunda bırakılır. İç politikasında da, dış politikasında da IMF'nin talimatlarına uymak durumundadır.  Çünkü  yukarıda  da  özellikle belirttiğimiz gibi  "IMF alacaklı  ülkelerin, borcunu  ödemeyen  ve talimat dinlemeyen  ülkelere karşı ortaklaşa  yaptırım  ve uygulamalarına  imkan tanıyan  bir yapılanmadır".
ABD-Washington  D.C.  adresinde 13. Katlı  gri  beton  merkez binasında, dünya  ekonomisini yönlendiren IMF'de  1600 daimi  uzman,  400 sözleşmeli  personel çalışmaktadır ve bunların yarısı  kadındır. 35 kurum üyesi, 171 mevcut  üyesi  bulunan  IMF'nin,  180 milyar dolar sermayesi  olduğu bilinmektedir. ABD'nin  %27, Almanya'nın  %6, Fransa'nın %5.5, Japonya'nın %6, İngiltere'nin %5.5, Suudi Arabistan'ın %3.5, İtalya'nın  %3.5, Kanada'nın %3, Hollanda'nın  %2.5, Çin'in  %2.5 hisse  ortaklığı bulunmaktadır. Geri kalan  %33 oranındaki  en büyük  hisse ise  büyük Siyonist  bankalarındır. Ve hisse oranına  göre  oy hakkı bulunmaktadır.
Ekonomist, istatistikçi, bankacı, vergi  uzmanı, dilbilimci  ve siyaset bilimcilerden oluşan IMF  uzmanları, üye ülkelerdeki devlet ve hükümet  başkanları, Merkez Bankası Başkanları, iş adamları, parti  başkanları, etkili köşe yazarları ile  görüştükten sonra, Washington'daki merkez  binasında toplanıp patronlara  rapor ve proje sunarlar. IMF uzmanları ve patronlar, televizyona çıkmazlar, gazetelere  konuşmazlar. Zaten IMF binasının dış kapısında "girmek yasaktır."  yazılıdır. Bina  içindeki  büroların kapısında ise "görevliden başkası giremez" levhası  asılıdır. Binanın  diğer bir katında IMF'nin kardeş kuruluşu olan Dünya Bankası bulunmaktadır.
Ülkelerdeki önemli ekonomik kararların ve acı  reçetelerin ve hatta pek çok  ihtilallerin ve hükümet değişikliklerinin, IMF  merkezinde planlandığı konuşulmaktadır.
Venezüella Cumhurbaşkanı'nın: "Ülkemizde ekmek  ve benzin  fiyatlarından memur ve işçi  maaşlarına, yatırım alanlarından  ihracat ve ithalat kotalarına  kadar her sahada  etkili olan bu  kuruluşun, siyasi  iktidarları değiştirme  yetkisinin de  bulunduğunu söylemeye  gerek  yoktur". (Türkiye Gazetesi 23 Temmuz 1994) sözleri oldukça  ilginç  ve anlamlıdır.   İMF' nin ve Siyonist sermayenin, ilk ve en büyük kurbanı da Amerikan halkıdır. Evet, Amerikalılarla, ABD yönetimini ele geçiren Yahudi hegemonyası farklıdır. İşte İran'ı karıştırmak için kışkırttıkları grupları "özgürlük ve demokrasi kahramanları" ilan eden ABD'nin Iraktaki İşgal vahşetini kınayan insanlara bomba yağdırması, bunların kahpeliğini ortaya koymaktadır.
Ağına  düşürdükleri  ülkeleri ya iflasa sürükleyen  veya yarı sömürge  haline getiren IMF, borç  verdiği ülkelere, özellikle iki  prensibi  öğütlemektedir: 1- Liberal  ekonomiyi ve IMF  reçetelerini eksiksiz uygulamak, 2- Askeri harcamaları asgariye indirmek ve orduyu zayıflatmak. Bu  iki  prensibe en çok uyan  Japonya ve Güney Kore'yi ise hep örnek göstermektedir.
Çünkü IMF, milli  ve güçlü ordulara ve kendi ayakları üstünde durabilen ekonomik yapılanmalara asla  tahammül  etmemekte  ve bu  tür gelişmeleri siyonizmin  ve onun baş bekçisi ABD'nin  saltanatına  karşı  bir tehdit  olarak değerlendirmektedir.
İstanbul milletvekili Emin Şirin bile televizyonlarda "Bizim hükümetimiz, İMF direktiflerine Kemal Derviş'ten daha çok bağlıdır ve başarılıdır." Diye tenkit ettiği AKP iktidarının... Ve bunları şımartan Amerikalı ve Avrupalı dostlarımızın (!)... Milli çıkarlarımız ve egemenlik haklarımız konusunda sağlam duran ordumuza yönelik yıpratma faaliyetleri de, işte bu yüzdendir. Yani etrafı ateş çemberine alınmış Türkiye'nin ordusu, Hollanda ordusu gibi, "merasim alayı"na çevrilmek istenmektedir. Yeni uyum paketleri ise, Batı'ya teslimiyet belgeleridir.
Ve zaten  ekonomide IMF'ye ; siyasette, Birleşmiş Milletlere bağlı  olan her yönetim Siyonizm için uyumlu  ve olumlu sayılmaktadır. Bu  şartlara uygun  ülkelerdeki yönetim şeklinin  krallık, şeriat veya demokrasi olması  süper güçler  açısından çok da   önemli  değildir. İşte, Arjantin'i önce iflasa sonra iç savaşa sürükleyen bu IMF ve ABD'dir.
Ardından Venezüella'da, ülke çıkarlarını koruyan ve IMF dayatmalarına karşı çıkan başkana karşı, orduyu ve halkı kışkırtıp ihtilal yaptıran yine bu IMF ve ABD'dir.
Evet, Türk ekonomisi ve siyaseti üzerinde de oldukça  etkili  olan  IMF'nin  işte gerçek yüzü budur.
Bugüne  kadar IMF'ye  hayır  diyebilen  tek parti  kapatılmış,  tek hükümet  yıkılmış ve tek siyasi  lider defalarca siyasetten  yasaklanmıştır.
Ama  unutulmasın ki  "Tarihi  her zaman  kötüler değil, ara  sıra da iyiler yazacaktır. Ve iyilerin dönemi  yakındır"  Göreceğiz, İMF' mi AKP ile Türkiye'yi soyacaktır, yoksa Milli güçler mi, AKP ile birlikte IMF saltanatını yıkacaktır!?
IMF'nin gerçek niyetini kavradığı için işinden kovulan, 29 Nisan günü The Observer'de Gregory Palast imzasıyla yayınlanan "Lanetlenişe doğru dört IMF adımı" başlıklı haber son ayların Türkiye'sinde yaşananları daha da anlamlı kılıyor.
İNGİLTERE'de günlük gazeteler pazar günü çıkmaz; onların yerine ‘‘pazar basını'' denen gazeteler yayınlanır. Yarım milyon tirajlı ‘‘The Observer'', bunların en nitelikli olanıdır; 1791'den beri çıkan saygın bir gazete.
Haber, iki yıl öncesine kadar Dünya Bankası'nın ‘‘baş ekonomist''i olan Joseph Stiglitz'le yapılmış bir dizi söyleşiye ve IMF'den sızmış bazı gizli raporlara dayanmakta. Stiglitz, yalnız bu sıfatıyla değil, Ekonomik Danışma Kurulu başkanı olarak Clinton kabinesinde bulunmuş olmasıyla da yabana atılacak biri değil. Ama, Palast onu biraz casus romanları yazarı John Le Carre'nin Soğuk Savaş tiplerine benzetiyor: Bir süre belli bir ideolojiye hizmet edip de sonra pişmanlık getirerek itiraflarda bulunan bir kişi.
Bir anlama ‘‘yeni dünya düzeni''nin mimarlarından sayılan Stiglitz, IMF ve Dünya Bankası'nca yoksul uluslar için hazırlanan her ‘‘yardım stratejisi''nin, söz konusu ülke ekonomisi üstünkörü incelendikten sonra, para istemeye gelmiş bir maliye ya da ekonomi bakanının önüne ‘‘dilerseniz imzalayın'' diye konan dört aşamalı bir ‘‘yeniden yapılanma anlaşması''ndan oluştuğunu söylüyor.
1-Birinci aşama, özelleştirmedir. Siglitz, ‘‘Bazı politikacıların, buna itiraz etmek yerine, satış bedelini düşürmek için alabilecekleri komisyonları düşünerek gözlerinin ışıldadığını gördük'' diyor. Bunun böyle olduğunu Dünya Bankası'nda yüzde 51 hissesi olan Amerikan hükümeti de bilirmiş. ‘‘En büyük'' sayılan 1995 Rusya özelleştirmelerinde, ABD Hazinesi, ‘‘Yolsuzluklar bizi ilgilendirmez; yeter ki Yeltsin yeniden seçilsin'' demiş.
2- İkinci adım, sermaye piyasasının liberalleşmesi. Amaç, kuramsal olarak, yatırım sermayesinin giriş çıkışını serbestleştirmek olsa da, gelen para en ufak esintide hızla kaçıyormuş, bu yüzden hazine boşalıp kredi faizleri yükseliyor ve sanayi üretimi düşüyormuş, ne gam! Bu, öngörülen bir sonuçmuş.
Amaç, Hazineyi boşaltıp sanayi ve üretimi sıfırlamaktır.
3- Üçüncü adım daha da gaddarca: Gıda, elektrik, su, petrol, tüp gazı gibi temel gereksinim ve hizmet maddeleri fiyatlarında desteklerin kaldırılıp ‘‘piyasa fiyatlandırılması''na gidilmesi; bu yüzden geçimin zorlaşması ve Endonezya'da, Ekvador'da, Bolivya'da, Brezilya'da görülen türden halk ayaklanmaları, polis panzerleriyle dağıtılan gösteriler, felç olmuş ekonomi. Bu aşama, huzurun ve sermayenin yangın yerine dönen ülkeden kaçtığı, iflasların çoğaldığı bir ortamda yerli işletme ve şirketlerin ‘‘yangın sonrası'' kelepir fiyatlarla fırsatçı yabancılarca satın alındığı aşamadır.
4- Dördüncü aşama, mecalsiz kalan ülkenin, Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Bankası kurallarına göre Amerikan ve Avrupa malları önünde ‘‘serbest ticaret''e açılmasıdır. Tiglitz, ‘‘ondokuzuncu yüzyılın Afyon Savaşları ile Çin kapılarının açılması gibi'' diyor. Ona göre, sonuç büyük bir fiyaskodur.
Bunları görmeye ve böyle düşünmeye başladığı için, iki yıl önce işine son verilmiş. Ama, Dünya Bankası'nın başka türden ekonomistleri de var; aynı başarısız politikaları uygulamak için koşuşan. Hem de kendi ülkelerinde.[1]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder