1 Ocak 2019 Salı

endüstri 4,0 teknolojileri

iş hayatın da bazı prensiplerim vardır.Bunlardan biri de, bir işe girdiğimde kırk günü doldurmadan o işten çıkmamak ya da kırk günden sonra artık kendime altı ay çalışılabilirsin onayı vermek.
Tabi bu biraz lüks gibi görünebilir.Daha fazla şahsi kararlara girmeden asıl anlatmak istediğime gelirsek,bir işe girdiğimde ne tür bir zorlukla karşılaşırsam karşılaşayım kırk günü doldurmadan o işten ayrılmamak.
En fazla yedi gün olur heralde diye söylenirdim kendi kendime, yoksa ne tür bir zorluk çıkabilir ki değil mi.
Yanılmışım..
İnsana üç günde bile köle olduğunu hissettiren işlerde varmış.
Babalarımız,dedelerimiz nasılda çalışabilmiş,Allah bilir.
Kurumsal edebiyatıyla haşır neşir olduğum bir tavuk fabrikasında işe girdim. Girdim dedim de hemen başladım sanmayın.
Bir hafta evrak topladım.Halbuki çoğu belgeyi e-Devletten indirdim hallettim diye seviniyordum.Hiçbirini kabul etmediler.
Hepside ıslak imzalı olacakmış.Devletin kendisi bile elektronik imzaya geçmişken,bu nerenin kurumsallığı anlamadım.Babam devlet memuru oradan biliyorum, üstelik bilgisayar kullanmayı bile ikibinlerde öğrendi adamcağız. Buna rağmen e-imza kullanıyor.
Bir hafta evrak,iki gün İSG-Doktor görüşmesi ve sigorta giriş belgesi imzaları,toplamda dokuzuncu günde işe başladım.İnsan bunun hatrına en azından bir ay çalışır değilmi.
Neyse en son servis minibüsünde de ayakta geldikten sonra tavukların kesilip biçildiği yere girdik.
Beni en tecrübeli zaten tek tecrübeli ya da dayanabilmiş diyebileceğimiz ustanın arkasındaki bölüme verdiler, öğretsin diye.
Tavuklar askıda seri bir şekilde bölmelere düşerken, bir yandan da poşetlerle birlikte yürüyen banda sürülüyor. Bizde o banttan alıp, ayaklarından tutup, bastırmak suretiyle elimizle poşete sıkıştırıp, boşeti makine yardımıyla kapattıktan sonra geri gönderiyoruz.
Gördüğünüz gibi hamle çok basit. Ama gel gelelim bu hareketi aralıksız kaç saat yapabiliriz.Galiba bir tek ben yapamıyorum.Ya da benim bünye ordaki herkesten daha zayıf olmalı ki, ilk günden melhem sürmeye başladım bileleklerime.
Halbuki sen değilmsin koca koca elektrik kablolarını yuvarlayıp , kalınlığı bileklerinden daha büyük olmasına rağmen eğip büküp yeraltı borularından süren. Ne olduda ilk defa zorlandı o bilekler.
Cevabını aynı akşam şü atasözünde buldum.”Kayayı delen suyun gücü değil sürekliliği”. Yoksa bir kiloluk tavuk ne yapabilir bileklerime. Ama bin tane bir kilo kemiklerimi bile kırar..
İkinci gün oldu.Ben yine yerime geçtim tam başlayacaktım ki bir genç arkadaş geldi “orası dolu kardeş çıkarmısın” dedi.Sevgilsini geçirecekmiş oraya. Bir arkadaşa bakıyorum bir önümdeki ustaya bakıyorum bir de kendime bakıyorum..
Neyse yemek molasından dönüşte gıda mühendisi kulağımda özel aldığım tıkaçları gördü ve hızlıca yanıma geldi “onlar yasak bizim aldıklarımızı takacaksınız” dedi. Bir mühendisi dinliyorum, bir aklımı dinliyorum birde kulaklarımı dinliyorum..
Üçüncü gün oldu mola yapmak istiyorum izin verilmiyor sırayla gidilecek diyor. Tevafuk üzere o gunde yemek molasına erken çıktığımız için namaz vakti gelmeden tekrar işe başladık. Namaz vakti gelince de izin istedim yine verilmedi. Ve artık bakacak kalp bile göremiyorum..
Biliyorum belki içinizi kararttım lakin bu benim yaşayarak görebildiklerim, belki sizler daha kötülerini görmüşsünüzdür. Ya da dedim ya babalarımız dedelerimiz neler neler gördüler diye.
Bütün bunlar hikmetsiz-hız ve teknolojinin birleşmesiyle ortaya çıkıyor.Gerçi teknoloji kendi başına bir çok şey doğurabiliyor zaten.Teknoloji başka bir yazının konusu iken, ben sadece endüstri ve gündemdeki kısmını dile getirip, teslim etmek istiyorum.
Endüstri 4.0 dan bahsediyorum. Bir alman planı olarak dünya gündeminde yerini koruyan ve hatta zaman zaman Türkiyedeki muhalif isimlerede söyletilen,hükümetinde çalışmaları olduğunu bildiğimiz bu konuya biz nekadar hazırız peki.
Sadece Bu zorluğu tecrübe edenlerin mi dile getirmesi gerekiyor. Siyasi olarak bir önlem almamız gerekmiyormu. Almanyanın eskiden olduğu gibi beden işçilerimizi, şimdi ise dijital olarak beyin işçilerimizi kullanmasına izinmi vereceğiz.
Yada sosyolojik önlem almak, mesela hikmetli teknolojinin önce büyüklere sonra küçüklere anlatılması gibi.
Aksi Halde biryerlerimize takılmış çiplerle yaşamaya mahkum olabiliriz. Çip demişken konu yine ihale verdiğimiz alman firmalarına gelecek ve teknolojiyle lanetlenmiş yahudi kardeşliğine…
Yüz yıl önce Teslim ettiğimiz demir medeniyetini dijital medeniyetle geri alamazsak, çocuklarımız ve torunlarımız siyonist yazılımlı, aryan çiplerine dönüşebilir..
24 Eylül 2017 20:39 tarihinde Gürkan Mert Güven yazdı:
Daha önce siyonistlerin Suriye-Macron başarısından bahsetmiştik,şimdi ise pergeli Irak’a çizen siyonistler Arz-ı Mevud’a “BİR” kala saatleri durma noktasına geldi.Kraliçenin arazisinide Suriye gibi zanneden siyontmalar,saray darbesine giriştiler.Kısmen başarabildikleri tartışılabilen bu durumdan sonra Barzani’ye tam gaz verdiler. Ancak kazanamadıkları bir nokta vardı oda “ZAMAN”. Karşılarına İngiliz İbadi’si ve meclisi çıktı. Bence 2 yıl sonra Barzani gazını kökleselerdi belki olurdu,bu sürede mecliside değiştirebilirlerdi. Çünkü artık Kraliçe tek çare olarak iki yıl içinde/sonunda araziyi Türkiye’ye devredecek.
Neden mi?..
Cevabı 1924-1926 arasında.
Bundan 93 sene önce tamda bugün “24 EYLÜL 1924″ yılında dönemin Birleşmiş Milletler Meclisindeki (Cenevre) müzâkereye katılan Fethi Bey , Musul meselesini konuşmak,Musulun sınırlarımıza katılmasını istemek ve bununda tek yolunun Referandum olduğunu söylemekten önce, söz alan Lord Parmor’dan şu sözleri duyar:”Musul çoktan beri Irak’ın bir parçasıdır.Şimdi bunun sınırları çizilmelidir. Referanduma gelince,bu mesele sınır meselesidir sınır meselesi hiçbir zaman referandum ile halledilmez bu askerî bir meseledir.”
Ve süreç iki yıl sonra Ankara antlaşması ile sona eriyor.
Aslında bu sözlerden bir sürü anlam çıkarılabilir, geçmişten geleceğe ışık tutulabilir ve bu yönde kilit adımlar atılabilir. Artık zaman , Mekan ve İnsan daraldığı yerden genişliyor,dönüyor ve dönüşüyor. Duruma “Zaman Simetrisi” ile baktığımızda 1924’te istediğimiz referandumu şimdi onların istediğini ve döngünün başladığını görebiliriz.Tahminim referandumun olmayacağı olsada saman alevi kalacağı yönünde.Gerçi bu aleve petrol dökülürse ahırıda çiftliğide yakabilir.Bu yüzden konunun BM’ye taşınıp, yanımıza paşa paşa gelinip,araziyi seve seve tapulaştıracaklar ki zaten tapusu Türkmenlerde. Yoksa Mehmetçik “sıka sıka” girmesini bilir. Ve girmişkende baba Barzani’nin katlettiği Irak Türkleri’nin de intikamını almasını,babasının yasasına,ağababalarınında kasasına güvendiği Barzani’ye de, Mutsuz ve Mesutsuz bir son yazmasını da çok iyi bilir.
GÜRKAN MERT GÜVEN / DERİNDÜNYA MEDYA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder