7 Ocak 2019 Pazartesi

Bizi Kabullenmeyenlerin Kanunlarını Niçin Kabulleniyoruz?

AET, yani “Avrupa Ekonomik Topluluğu” 1958’de kuruldu. Türkiye, bu kuruluşa ilk üyelik başvurusu yapan ülkelerden biriydi. O devrin Başbakanı Adnan Menderes, 31 Temmuz 1959’da ortaklık başvurusunda bulundu. AET ile Türkiye arasındaki ortaklık anlaşması 12 Eylül 1963’te imzalandı, bu anlaşma 1 Aralık 1964’te yürürlüğe girdi. Peki, ondan sonra ne oldu? Hiiç. Sıfıra sıfır, elde var sıfır. İlk ortaklık müracaatının üzerinden 59 yıl geçmiş. Bu arada, dünün komünist blok üyesi Bulgaristan, Kıbrıs’ın bir bölümünü teşkil eden Güney Kıbrıs bile üyeliğe kabul edilmiş, ama Türkiye hâlâ üye yapılmamış.
AK Parti’nin iktidara gelişinden sonra AB üyeliği meselesi sıklıkla gündeme taşındı. AET iken ismi AB’ye (Avrupa Birliği) dönüşen toplulukla sık sık müzakereler yapıldı. Bizden istenen “uyum paketleri” kanun haline getirilerek TBMM’den geçirildi. Sadece 2002-2004 yılları arasında 8 uyum paketi, 2001 ve 2004 yıllarında da 2 Anayasa paketi TBMM’de kabul edildi. Katılım müzakerelerinde 16 fasıl müzakerelere açıldı. Peki, bu paketlerde ve bu fasıllarda neler vardı? Neler yoktu ki? Hayatın her safhasıyla ilgili düzinelerle kanunlar, kararnameler, değişiklikler ve neler neler!..


O “uyum paketleri” çerçevesinde hazırlanan 9 bin küsur kanunlardan bin küsurunu inceledim. Daha doğrusu incelemeye çalıştım. İnanın kafam durdu, devam edemedim. Bir üst akıl müthiş bir teknikle hazırlamış. Sayın Reisicumhur o metinlerin kaç tanesini tam olarak okudu, bilemiyorum. Ancak bana göre o metinlerin tamamı bünyemiz için “yabancı unsurları” taşımaktaydı. Bünyemize uyması mümkün değildi. Nitekim aile ile ilgili kanunların neticesi gözler önünde. Boşanmalar yüzde 500 arttı. Ailelerde huzursuzluklar arttı.
Bu yazıda hedefimiz o kanunları tartışmak değil. Ben işin özüne, temeline temas etmek istiyorum: Yahu arkadaş, 59 yıldan beri bizi kabullenmeyenlerin kanunlarını niçin kabulleniyoruz? Kabullenmeye mecbur muyuz? Adamlar ve madamlar bizi kabullenmemiş, biz habire, haldur huldur onların kanunlarını alıp duruyoruz.
Gümrük Birliği Anlaşması yapmışız. Devamlı zarar eden biz olmuşuz. “Uyum yasaları paketlerini” kabullenmişiz, devamlı sancılanan biz olmuşuz. Peki, başımızın derdi ne? Niçin bunu kabulleniyoruz? Ensemize silah mı dayadılar?
Bakınız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yağmur gibi ülkemiz aleyhine kararlar alıyor. Habire “tazminat cezası” veriyor. “Canı cehenneme Avrupa Mahkemesi’nin!” diyebilir misiniz? “Tanımıyorum, tazminat ödemiyorum!” diyebilir misiniz? Diyemezsiniz. Niçin? Çünkü anlaşma imzalamışsınız. Devletleri bağlayan, sözler değil, anlaşmalardır.
AB’nin bizden istediği kanunlardan biri, idam cezalarının kaldırılması idi. Kaldırıldı. Hatırlatmaya gerek yok, toplum olarak canımızın çok yandığı zamanlarda, “İdam geri gelsin!” deniliyor. Sayın Cumhurbaşkanı da, “Önüme gelirse imzalarım!” diyor. Aradan aylar, hatta yıllar geçiyor, tık yok.
Bakınız Sayın Reisicumhur, “AB yasaları doğrultusunda zinanın serbest olmasına izin verdiklerini, bunun hata olduğunu ve düzenleme yapılması gerektiğini” söyledi. Peki netice? Hâlâ bekleniliyor. Bu yalnızca bir örnek… Daha bunun gibi neler var. Mesela, “erkek erkeğe, kadın kadına evliliğin resmîleştirilmesi” de gündemde. Hangi pakette bilemiyorum, ama “uyum paketlerinden birinin” içinde bu da var. Henüz kanun çıkmadı, resmiyet kazanmadı, ama düğün salonları kiralanıp erkek erkeğe, kadın kadına evlilikler yapılıyor. Bu da sosyal medyada yayınlanıyor.
İyi yani, hem bizi kabullenmeyecekler, bizimle âdeta dalga geçecekler, neredeyse; “Amuda kalkın! İki elinizin üzerinde yürüyün, o vaziyette misket oynayın!” diyecekler, biz ise bir, iki, üç, beş değil, on bine yakın kanun çıkaracağız, Anayasa değiştireceğiz. Niçin? Mösyöler, madamlar memnun olsun diye… Peki, niçin böyle yapıyoruz? Bizi kabullenmeyenlerin kanunlarını kabullenmeye mecbur muyuz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder